Can Etili

Cumhuriyet tarihinin ilk halk müziği profesörü olan Can Etili, İ.T.Ü. Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyesiyken 1988 yılında YÖK tarafından doçentlik ünvanı verildiğinde, halk müziği sanatçısı olduğu için “Çoban, doçent oldu” denmiş, alınmamış ve yılmamıştır.

Hukuk Fakültesi mezunu, Basın Yayın Radyo Televizyon Bülümü master’lı Can Etili, doçentken 1997 yılında doktorasını verip, 2000 yılında da Cumhuriyet tarihinin ilk halk müziği profesörü olmuştur.

* * *

“Son zamanlarda ekrana çıkmıyorum, çünkü müzik programı kalmadı. Hepsi eğlence programı oldu.

Ben de kendimi şu şekerlerde, bu şekerlerde düşünemiyorum. Unvanıma yakışmaz. Eğlence için ben ağır kalırım. Yine de istediğim kadar profesör olayım, benim gönlümde mikrofon var.”

– Türkücüden akademisyen olmaz, önyargısını yıkmayı başararak profesör oldunuz. 80’li yıllarda size niye “çoban” deniyordu?

– Çünkü bizi hep alt kültürün elemanları, alt kültürün temsilcileri olarak kabul ediyorlar. Oysa biz alt kültürün değil, aksine süzülmüş kültürün temsilcileriyiz. O kadar süzülmüşüz ki, bizim alt kültür diye nitelendirilen büyük değerlerimiz, bugün edebiyat fakültelerinde ders diye okutuluyor.

Bugün Âşık Veysel‘i, Pîr Sultan Abdal‘ı, Kul Himmet’i öğretiyorlar. Türküleri anlayabilmek için gerçekten kültür düzeyinizin çok yüksek olması lazım. Ama sokak kültürüyle işe yaklaştığınız zaman, her tür müzikte bulabilirsiniz onu. Bu sunuşa bağlı. Ben New Orleans’ta sokak orkestralarını hiç yadırgamadım.

Ama burada sokakta bağlama çalan kişiler olsa, insanlar bunu müstehzi ifade ile karşılayacaklar. Çünkü müziğin insanların bir yaşam biçimi, bir yaşam tarzı olduğunu daha bizim toplumumuz bilmiyor. Eğer öyle olmasaydı Eyüboğlu; “Şairim, şiiri ayak seslerinden tanırım. Nerde bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım.” der miydi?

– 1988 yılında Y.Ö.K. size doçentlik unvanı verdiği zaman da büyük olay olmuştu. Bu tepkiler sizi yıldırmadı mı?

– Y.Ö.K. 1988 yılında, kurumda 15 yılını doldurmuş sanatçılara, yüksek tahsilleri varsa birer unvan dağıttı. Y.Ö.K.’ün verdiği onaylarda ben profesör adayı olarak sunulmuştum. Fakat basında kıyamet koptu. Türkücü Can Etili gibi. Benim canım sıkıldı. Bu yalnız bana tevci edilmiyor ki. Onlarca hoca var.

Bunu yadırgamadım, reddetmedim. Belki “Niye profesörlük verilmiyor” diye sorabilirdim. Ne demek, “Türkücülerden akademisyen olmaz?” Anlamadan, dinlemeden, alt kültürün temsilcisi gibi gördüler. O zaman bunun gereği neyse, türkücüler de bunu yapar. Bir gün Ankara’dan bana bir telefon geldi. Gazeteci Emin Çölaşan’dı arayan.

“Can hanım sizinle röportaj yapmak istiyorum, ama uçaktan korkuyorum uçağa binemem, trene binip geleceğim” dedi.

“Peki buyrun”, dedim ben de. Geldi ve ne söylediysem en küçük virgülüne kadar yazdı. Çok yokladı beni ve yazısını “Can hanım beni mat ettiniz.” cümlesiyle noktaladı.

Ben de ona, “Acaba o kadar kişi arasında, niye beni tercih ettiniz?” dedim. O da “Can hanım, size çoban diyorlar.” dedi. Ben de “Bana çoban diyene gülerim. Bakın o zaman Türkiye’de çobanların bir hukuk diploması, bir de master’ı var.” dedim.

– Türkülere nasıl gönül vermiştiniz?

– Köken olarak Adanalıyım. Türküyü sevmemin nedeni ise, lise 2’de halk edebiyatını tanıdım. Çünkü biliyorsunuz, halk edebiyatı ile halk müziği paralel gider bizde.

Hatta aynı anda doğar çoğu zaman. O zaman dikkatimi çekmiş. Çünkü ben konservatuvarda Klasik Türk müziği eğitimi aldım. Hukukla konservatuvar paralel gitti. Halk edebiyatının içine girince çok sevdim. Nida Tüfekçi‘yi tanıdım. Sazını çok sevdim. Bana çok cazip geldi, “Solist olacağım” dedim. Konservatuvardaki arkadaşlarım türkü sınavına giriyordu, ben de onları izledim.

Çok severek girmedim, ama sempatim vardı. 3 – 5 türkü biliyordum o zaman. Klasik müziğin eğitimini alıyordum. Bize öncelikle ilkeli olmayı öğrettiler. Benim en büyük okulum Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’dur. Çok değerli hocalarla çalıştım ben.

– Türkiye’de halk müziği eğitimine önem verilmiyor mu?

– Eğitim sisteminin çöküşü nedeniyle, Anadolu’nun birçok yerlerinde okulları yoktu. Okul bulsalar öğretmen bulamıyorlardı. Yoksul bir ülkeydik.

Bizim insan olarak mazeretimiz vardı, ama hükümetlerin mazereti olmaz. Batı müziği mensupları, mürekkep yalamış, konservatuvarlar kurulmuş. Ben daha ne zaman kurulmuşum. 1976 yılında kurulmuşum. Daha 25 – 26 yıllık konservatuvarım ben. Eğitim kurumlarının hayâtında bir taslak süresi bile değildir.

Deryanın ortasına atılmışım, boğulmamak için çırpınıyorum. İşte bunların birisi de sahile gidiyor. Ama bu bir kişi oluyor, iki kişi, üç kişi, dört kişi. İnşallah bini gelsin, temennimiz odur.

– Sizin hukuk diplomanız olduğu, master yaptığınız pek bilinmiyordu herhalde. Biz sizi türkücü olarak tanımıştık?

– Ben Hukuk Fakültesi’ne girmeden önce, 1963 yılında henüz lise öğrencisiyken İstanbul Radyosu’na girdim. Herkes ben hukukçuydum sonradan türkücü oldum zannediyor.

Hayır, ben türkücüydüm. Ama bir türkücü olarak da yüksek öğrenimin ve kültürün gerekliliğinin bilincindeydim o zaman. Dünyâya 30 kere gelsem yine hukukçu olurum. Çünkü Hukuk Fakültesi kadar insanın mantığını, sağduyusunu geliştiren ve önünü açan, başka bir fakülte bilmiyorum ben. Size her konuda konuşma imkanı sağlar.

– O zaman niye hukuk alanında kariyer yapmadınız?

– Fakültede benim medeni dersim çok iyiydi. Asistan alınmak istemiştim o zaman. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu benim hocamdı. Ben o zaman “Hayır, kariyer düşünmüyorum” demiştim.

– Konservatuvarda hocalığı isteyerek mi seçmiştiniz peki?

– Konservatuvara türk halk müziği repertuvar hocası olarak 1979 yılında girdim. Bana asistan verdiler o zaman. Asistanı yönetebilmek için sizin asistan olmanız lazım. Acaba bu iş nasıl oluyor diye, Basın Yayın Radyo ve Televizyonculuk Bölümü’nde master yaptım. Yavaş yavaş akademik bilince girmeye başladım. Girdikçe sevmeye başladım.

– Halk müziği adına bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?

– Kişisel olarak yapabileceğim bir şey yok. Ancak kaliteli eser verebilir, ilkeli öğrenci eğitebilirim. Burada bütün iş devletin müzik politikasına, Kültür Bakanlığı’na, Radyo Televizyon Kurumu’na düşüyor. Medya istediği müziği size güncel müzik olarak sunabilir.

Bence popüler müzik, halk müziğidir. Hem klasik hem de popüler unsurları içinde barındırıyor. Popüler unsurda tanım; geniş kitlelere hitap edecek, çok komplike olmayacak, sanat endişesi taşımayacak. Bütün bunlar bizde doğaçlamadır.

Adam, eşeğin üstünde, eli kulağında tarlasından dönerken “Hadi ben burada bir hoyrat yapayım da ayaklı olsun, eksik mani olsun” demez, içinden ne geliyorsa onu okur. Bu koşullarda meydana gelen müziği siz isterseniz yerin dibine indirir, isterseniz gökyüzüne çıkartabilirsiniz.

– Solist olarak da sizi göremiyoruz artık ekranlarda?

– Son zamanlarda ekrana çıkmıyorum, çünkü müzik programı kalmadı. Hepsi eğlence programı oldu. Ben de kendimi şu şekerlerde, bu şekerlerde düşünemiyorum. Ünvanıma yakışmaz. Eğlence için ben ağır kalırım. Yine de istediğim kadar profesör olayım, benim gönlümde mikrofon var. Kaynak: hurriyet.com.tr

Bir yanıt yazın