Okan Murat Öztürk

1967 yılında Ankara’da dünyâya gelen Türk halk müziği ses ve saz sanatçısı Doç. Dr. Okan Murat Öztürk, geleneksel anadolu müziğinin ve bu müziğin vazgeçilmez çalgısı bağlamanın önemli temsilcilerinden biridir.

Jeoloji mühendisliği bölümünden mezun olan Okan Murat Öztürk, bağlama çalma tekniklerini ve geleneksel müziği otantik kaynakları (Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş, Ramazan Güngör, Feyzullah Çınar… vb) ve usta sanatçıları (Talip Özkan, Mûsâ Eroğlu, Ârif Sağ, vb) dinleyerek öğrenmiştir. M. Aktan ve C. Güla’da Öztürk’ün örnek aldığı hocalarındandır.

Kültür Bakanlığı Ankara D.T.H.M. Korosun’da ve T.R.T.’de bağlama sanatçısı olarak görev yapmış, 1984 yılından itibaren, yurt içi ve dışında, çeşitli düzeylerde bağlama eğiticiliği yapmıştır. 1988 yılında Türkiye’de bir ilk olan, bağlama ailesi çalgıları ve Anadolu müziğini tanıtma amacını taşıyan, Bengi Bağlama Topluluğu’nu kurmuştur. Bu toplulukla birlikte, aralarında Ankara Uluslararası Müzik Festivali ve Houston Uluslararası Festivali gibi önemli festivallerin de bulunduğu çok sayıda organizasyonda yer almıştır.

1990 yılından itibaren, bağlama ailesi çalgıların (cura, bağlama, tanbura, divan) armonik çalınış olanakları üzerine, Türkiye’nin önde gelen besteci ve eğiticilerinden, Ertuğrul Bayraktar’la çalışmalar yapmıştır.

Türk müziği ve özellikle de Anadolu makamlarına özgü bir çok seslendirme yöntemi olan, “Kemâl İlerici (dörtlü armoni) Sistemi”ne dayanan bu çalışmalar sonucunda, özgün bir repertuarın geliştirilmesini sağlamıştır. Yurt içinde katıldığı konser, festival ve sempozyumların yanı sıra, Amerika, Almanya, İsviçre, Küba ve Tacikistan’da konserler vermiştir.

Erkan Oğur (perdesiz gitar), A. Kanneci (klasik gitar), Hasan Yükselir (bariton), Tolga Çandar (bariton), Ömer Yılmaz (tenor) gibi sanatçılarla birlikte, stüdyo çalışmaları, TV – radyo programları ve konserler gerçekleştirmiştir.

Sanatçı ayrıca, geleneksel çalgılardaki transpoze akort ve pozisyon sorunlarını çözmek amacıyla, “dört telli saz” ve “bas bağlama” gibi yeni çalgıların tasarım ve terası üzerinde çalışmalar yapmaktadır.


Türkiye’de Müzik Eğitimi

Değerli dostum, seçkin sanat insanı Erol Parlak, Türkiye’nin “sığ” sanat gündemine, bir süreden beri, müzik kültürü ve sanatı adına çok önemli bir konunun, çok dikkat çekici ve çok duyarlı bir şekilde girmesini sağladı. Uzun bir zamandır üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş bir “camia” için umut ışığı olabilecek; yaşadığı ülkeye ve dünyâya çok geniş bir ufukla bakabilen müzikçiler için ise çok ama çok anlamlı olan bu konu, Türkiye’de, memleketin “müzik medeniyeti” olma vasfına yakışacak büyüklük ve olgunlukta bir “müzik üniversitesi” kurulması fikri idi.

Süreci takip edenler, meselenin, Erol Parlak’a 2016 Cumhurbaşkanlığı Kültür – Sanat Ödülü verilmesi ve bu ödül vesilesiyle Parlak tarafından yapılan konuşmada dile getirdiği, vicdan ve tecrübe ürünü, samimi bir talep ve temenniyle başladığını yakından bilmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın, bu dileğe, yüksek bir olgunluk ve gerçekten övgüyü hak edecek bir duyarlılıkla ilgi göstermeleri, meseleyi hemen sahiplenmeleri ve daha o anda, ödül töreninde hazır bulunan Sayın YÖK Başkanı’na, böyle bir üniversitenin kurulmasıyla ilgili direktiflerini vermeleriyle, son derece hızlı, bir yönüyle şaşkınlık yaratan, ama bir o kadar da “büyük düşünebilenler” için umut eseri olacak bir süreç, ivme kazanmış oldu.

Okan Murat Öztürk kimdir

Bugün itibariyle, (o toplantının ardından, yaklâşık yedi ay geçtikten sonra) Ankara’da, adı, “Ankara Güzel Sanatlar Üniversitesi” olarak konulan, yeni bir üniversite ihdas edildi?! Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

Yani bu şaşırtıcı isim ve yapılanmayla beraber, Türkiye’de, alanında “ilk ve tek” olacak “müzik üniversitesi” fikrinden yola çıkılıp, memleketin “ikinci” “güzel sanatlar üniversitesi”nin kurulmasıyla sonuçlanan süreç, nasıl şekillendi?

Türkiye tarihinde kültür, sanat, eğitim alanlarında belki de ilk kez doğru yapılabilecek ve yapılması arzu edilen büyük bir rüya, nasıl olup da “biz bu filmi gördük” dedirtecek bir hale getirildi? Bu soruya, dürüst ama en önemlisi “Sezar’ın hakkını Sezar’a verecek” şekilde cevap vermek gerektiği açıktır.

Türkiye’nin belirli, kemikleşmiş ve uzman kadroları olduğu malûm. Ama bir de bu kadroların alabildiğine köhne ve kokuşmuş bir zihniyetleri var ki, büyük düşünenler için, memlekette her daim karşılarına bütün haşmetiyle çıkıveren en büyük engel budur, zannı içindeyim.

Bu kadroların önemli bir kısmı, memlekette yaşanan darbe süreçlerini muhtelif boyutlarıyla yaşamış ve maalesef, bu süreçler boyunca kazanmış oldukları korku ve aşılamaz nitelikteki önyargılarıyla, daha müzik üniversitesi sözü edilir edilmez, “Canım, ne gereği var? Müzik üniversitesi de neymiş? O da nereden çıktı şimdi? Konservatuarlarımız var ya!” demeye ve kıvır kıvır kıvranmaya başladılar…

Türkiye’de müziğin bir üniversiteye sahip olması gerektiğini dile getiren düşünce, bu zihniyet sahiplerinin alışageldikleri sınırlı kavrayış ve kabulleri açısından ezber ve sinir bozucu, huzur kaçırıcı bir mesele haline geliverdi bir anda.

Yıllarca işgal ettikleri makamlarda minimum performansla, “idare-i maslahat” etmek suretiyle, herhangi bir değişime ardına kadar kapalı gözleri ve kulaklarıyla meseleleri savuşturmaya öylesine alışmışlardı ki.

Durup dururken, bir “bağlamacı”nın çıkıverip, Türkiye’de bir müzik üniversitesi kurulmalıdır deyivermesi… Hiç olmadı yani! Yıllardır gerile gerile, böbürlene böbürlene, makam sandalyelerinde kurum kurum kurulmaya pek alışmış o zihniyet sahipleri için “hulus-i kalpten” dile getirilmiş bu temiz temenni, bir anda dert oluverdi.

Oysa onlar yıllardır, bir derde derman olmak ümidiyle kapılarını çalan herkese: “Yok efendim, olmaz! Uygun değildir! Burası Türkiye! Nerdeee, öyle hemencecik olur mu? Bekleyeceksin! Biz neler gördük! Sen de alırsın boyunun ölçüsünü!” edebiyatlarıyla tüketip gidiveriyorlardı seneleri, ne güzel.

Kibir ve kaprislerinden başka hiçbir şeyleri olmayan bu kadro ve zihniyet, bana göre, Türkiye’de, memleketin büyüklüğüne yakışır çap ve nitelikte bir müzik üniversitesi kurulamamasının “baş müsebbibi” ve de baş sorumlusu olarak görülmelidir!

“Nefs-i emmare” düşkünü, ego ve ene şişkini bu insanlar, müzik üniversitesi kurulması fikrini duydukları an, belli ki, içlerini derin bir korku kaplamıştır. Çünkü bilmektedirler ki müzik üniversitesi kurulması düşüncesi, beraberinde, Türkiye’deki müzik eğitimi alanıyla ilgili çok temel bazı tartışmaları ister istemez getirecektir ve bu tartışmaların önemli bir kısmı, rahatına düşkün bazı kimselerin huzurunu kaçıracaktır.

Kaldı ki müzik üniversitesi düşüncesinin asıl üstlendiği vazife, memleketin müzik imkânlarını, tüm boyutlarıyla değerlendirebilmek, ülke kültür – sanat ortamına özlenen katkılar sağlayacak, nitelikli, donanımlı, heyecanı olan genç sanatçı adayları kazandırmak olacaktır.

Bundan neden rahatsızlık duyulur, anlamak güç gerçekten. Hakikaten, Türkiye’de nasıl bir müzik” eğitimi ve yapılanması var? Neden Türkiye, “Avrupa-merkezci, Oryantalist ve pozitivist bir müzik eğitimi yapılanmasının içine bodoslamasına daldırılmış ve başını bu derin çukurdan bir türlü kaldıramamaktadır?

Batı müziği konservatuarları, Türk müziği konservatuarları, müzik öğretmeni yetiştiren okullar. Türk müziği konservatuarlarının içinde sanat müzikçiler – halk müzikçiler ayrımı. Bu tablo kimlerin ve hangi zihniyetin eseri?

Kimler kesin surette kamplaşmaya dayalı böyle bir yapılanmayı Türkiye müziğine reva gördüler? Hangi okul, hangi vasıflarıyla diğerlerinden daha üstün veya ayrıcalıklı durumda? Üretkenlik ve kalite ölçekleri neler? Mesela Türk müziği konservatuarlarında, hala, temel bilimler saçmalığı aşılabilmiş durumda mı?

Müzikoloji bölümlerine, gereken önem ve ağırlık veriliyor mu? Yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgu ve tespitlerden, Türkiye müzik eğitimi programları, herhangi bir şekilde yararlanabiliyor mu? Yoksa kemikleşmiş, 19. Yüzyıl modeli olan bir okul ve eğitim anlayışı, hala modern eğitim yutturmacası altında sürdürülmeye devam mı ediliyor?!

Türkiye’de müzik okumak isteyen bir çocuk veya gence, bu ülke nasıl seçenekler sunuyor? Mesela ben, bir Batı müziğine göre yapılandırılmış bir Devlet Konservatuarına gittiğimde, bu ülkenin müzik kaynaklarıyla ilgili hangi engin bilgilenme imkânlarından faydalanabileceğim?

Eğitim programlarında, ülkenin müzik imkânlarını tüm boyutlarıyla değerlendirebilen herhangi bir program anlayışı var mı? Türkiye’nin kültür – sanat hayâtına katkı anlamında öne çıkan okullar hangileridir? Bu okul mezunları, sanat, eğitim, bilim, kültür ve hatta siyaset alanlarında nasıl bir varlık gösteriyorlar?

Türkiye’nin tartışma ekranlarında, gazeteci, hukukçu, siyasetçi dışında, kültür ve sanatla alakalı, herhangi bir insan görebiliyor muyuz? Türkiye’de müzik alanında entelektüel birikim sahibi; yaşadığı ülke gerçeklerine aşina; önyargılardan ve ucuz kamplaşmalardan sıyrılmayı başarmış müzik insanları neredeler?

Bu insanların, memlekete dair herhangi bir fikirleri, görüşleri, tespitleri, arzu veya hayalleri yok mu? Türkiye’nin, şimdiki yapılanmasıyla mevcut müzik okulları arasında herhangi bir sebeple bir rekabet yaşanıyor mu? Bundan bir şikâyet var mı?

Okan Murat Öztürk türküleri

Müzik üniversitesi, tabii ki de, fark yaratacak bir yapılanma ortaya koymalıdır, her şeyden önce… Gidilmemiş bir yoldan gitmeyi, hatta yol açmayı asıl görev addetmelidir. Ama şurası gerçek ki, müzik üniversitesi fikrinin memlekette herhangi bir örneği yok ve hiç olmadı! Olursa, “ilk” olacak! Ve evet, bu düşünceyi, Erol Parlak, bir “bağlamacı” olarak ülke gündemine getirdi! Ama ufkuyla, tecrübesiyle, engin kavrayış ve sanatçı hassasiyetleriyle getirdi…

Bir imkân yarattı! Vesile oldu! Sorumluluk ve vicdan sahibi tüm müzik insanlarının, bu fikir üzerinde ayaküstü veya oturduğu yerden değil, ciddi ciddi düşünmesi ve elini vicdanına koyarak, konuyu sahiplenmesi gerektiği kanısındayım…

Neticede müzik üniversitesi dileği, bir menfaat temin etme düşüncesinin ürünü değildir! Bir hayalin, memlekette bir tıkanmışlıklar ve sorunlar manzumesi haline gelmiş müzik eğitimi alanına, bu ülkenin müzik alanındaki tüm imkânlarını değerlendirme amacını taşıyan, ona değer ve seviye kazandırmayı arzulayan bir hissiyatın ürünüdür. Bu noktayı çok doğru değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.

Süreci başından beri takip ediyorum. Özellikle internet ortamlarında yazılıp çizilenleri mümkün olduğu kadar okumaya gayret ettim. Gördüm ki meseleye ilgi gösteren kesimler, ne yazık ki dedikodu seviyesini aşamıyorlar! Meseleyi hep menfaat odaklı görüyor ve değerlendiriyorlar…

Süreç içinde rol alıp, yapıcı öneri ve modeller üzerinde çalışan ve katkı sağlamaya gayret eden tüm değerli isimlere, buradan saygılarımı sunmak isterim. Ama özellikle müzik üniversitesi düşüncesine sıcak bakmayan zihniyet sahiplerinin, sürecin güzel sanatlar üniversitesi haline gelişindeki rolü üzerinde, hep beraber düşünmemiz gerektiği kanısındayım. Bu tutumda önemli bir problem görüyorum.

Ne yaptı bu kimseler? Bana göre onca yıl ne yapmadıklarıyla ilgili foyaları açığa çıkacak endişesiyle, görünür – görünmez ilişki ve etki kanalları üzerinden, böyle bir girişimin öngörülen çerçevede gerçekleşmemesi için, tuhaf çabalar içine girdiler.

Evvel emirde gayet basit olan, ama her zaman işe yaradığını bildikleri, çokça sınamış oldukları yöntemleri devreye soktular: Küçümsemeler, layık görmemeler, hafife almalar, dudak bükmeler. Kulisler, kuytuda ayaküstü hemen yapmaya alışkın oldukları türden dedikodular, kapalı kapılar ardında fısıldaşa fısıldaşa yapmayı pek sevdikleri çekiştirmeler, arkadan konuşmalar, bağlamacı! – çoban! şeklinde istihfafkâr ifadeler, “efendim öyle olmaz, böyle olur” bilgiçlikleri.

Özellikle internet ortamlarında ve sosyal medyada, konuyu, süreci ve hatta insanları baltalamak ve karalamak için neler yapmadılar ki. Seksenli yaşlarına merdiven dayamış, kendini allame-i cihan zanneden ve bugünü konuşmaya elli yıl öncesinin lüzumsuz anılarıyla başlamayı alışkanlık haline getirmiş, memleket müziğine Alman gözlüğü ve ruhuyla bakan bir viyolonselci kalkıp, “teke zotlatması senfonisi yazarlar artık!” gibisinden, alabildiğine seviyesiz mesajlar paylaşmaktan çekinmedi mesela.

Gördüm ki bu köhnemiş zihniyet sahipleri, kalplerinin tüm karanlığıyla, içinde umut taşıyan, hevesleri, heyecanları, enerji ve azimleri olan, kalben genç insanları, sırf, Türkiye’de, müstakil bir müzik üniversitesi kurulmasıyla ilgili bir temenniyi dile getirdikleri için yaftalamaktan hiç utanmadı ve geri durmadılar.

Bu zihniyette olanların, aslında memleket müziğini ne hale getirdikleri ortadadır. Özellikle Türk müziğinde bestecilik neredeyse tamamen ölmüş durumda. Üslup sahibi icracılar, ancak çok değerli ustalarla bir arada çalışma imkânı bulabilirlerse, bir gelişme ve varlık gösterebiliyorlar.

Konservatuarların hemen tamamı, öncelikle piyasaya, nota bilen, üslup yoksunu müzisyenler yetiştiriyor. Müzik öğretmeni yetiştiren okullar, ülkenin müzik imkânlarından neredeyse bütün bütüne kopmuş, hayali bir eğitim müziği saplantısı içinde dönüp duruyorlar. Batı müziği konservatuarlarında yazılan tezlerin kalitesinde ciddi sorunlar var. Bu anlamda Türk müziği çevrelerinin daha istekli ve gayretli bir öğrenci profiline sahip olduğu görülüyor ama bu okullarda da eğitici kadrolardan kaynaklanan önemli yetersizlikler mevcut.

Gelinen nokta itibariyle ve tüm bunlar ortadayken, bu derin köklere sahip konformist zihniyet sahipleri, Türkiye’nin, müzik alanında gelmiş geçmiş en büyük projesi olmaya aday, büyük bir hayal ve umudun eseri olan geniş soluklu bir fikri, daha başlangıçta, en azından isim ve görünüş olarak, şimdilik sabote etmeyi başarıyor!

Böylece, temiz kalple, sonsuz ve sınırsız bir iyi niyet ve ümitle, sevgili kardeşim, yüreği memleket için çarpan Erol Parlak’ın, ülkesinin müzik medeniyetini ayağa kaldırma; ona hak ettiği saygınlık ve değeri yeniden kazandırma yönündeki temennisi, kurumlaşmaya daha başta verilen bu şekil ile müzik üniversitesi olmaktan çıkarılıp, görünüşte farklı bir mecraya sokulmuş oluyor. Alanında ilk ve tek olacak bir üniversite, bir anda, ikinci güzel sanatlar üniversitesi haline getiriliyor?!

Umuyorum ki Erol Parlak’ın, müzik üniversitesi için gördüğü hayırlı düş, son derece konformist ve idare-i maslahatçı zihniyetin yol açtığı bu gayretkeş yönlendirme yüzünden, süreç içinde rayından çıkıp, korkutucu bir kâbus veya fiyaskoya dönüşmez!

Ama eğer ben, Erol Parlak’ı ve onun kapasite ve iradesini yakından tanıyorsam, şimdiye kadar sergilediği olgun ve yapıcı tutumuyla da pekiyi bir şekilde gösterdiği gibi, müzik üniversitesi fikri, onun temenni ettiği çerçevede üstleneceği misyonu, en doğru ve başarılı şekilde yerine getirecek ve bir şekilde asıl mecrasına mutlaka oturacaktır! Bu konuda kendisine duyduğum güven, kesinlikle tamdır.

Bilenler biliyor, ama bilmeyenler için hatırlatayım. Y.Ö.K., müzik üniversitesi kurulması sürecinde, bir arama toplantısı düzenleyebildi ve bu toplantıya, memleketin dört bir yanından, müzik akademiyasında yer alan pek çok isim iştirak etti.

Daha bu toplantıda ortaya çıktı ki, bu zihniyet sahibi kişilerin cirit attığı memleketin müzik akademiyası(!) dâhilinde, müzikçi vasfıyla herhangi bir konuyu konuşmak mümkün değildir!

Evet, bu toplantı, hiçbir işe yaramadıysa, sırf, müzikçiler daha kendi aralarında konuşamıyorları göstermiş olması itibariyle, memlekette neden bir müzik üniversitesi kurulamayacağının, ilgili kişi veya yetkililerce somut olarak görülmesini sağlamış oldu!

Düşünebiliyor musunuz? Bir ülkenin en yüksek makâmında yer alan, yönetimin zirvesindeki kişi, müzik üniversitesi kurulması fikrini sonuna kadar sahiplenip derhal kurulması yönünde direktif veriyor, ama süreç, ikinci güzel sanatlar üniversitesinin kurulmasıyla sonuçlanıyor…

Ben buradaki top çevirme sürecini doğru anlamanın, Türkiye’de büyük düşünerek büyük soluklu işler yapabilme önündeki asıl sebep ve engel(ler)i anlamada anahtar olabileceğini iddia ediyorum. Pekiyi bütün bunları bir kenara koyup, meseleye bir de şöyle bakalım: Cumhurbaşkanlığı, memleketin kültür – sanat hayâtına katkıları sebebiyle, Anadolu halk müziği ve bağlama icrasının seçkin bir temsilcisini ödüle layık görüyor.

Bu kişi, ödül töreninde, hayâtını verdiği ve gerçekten yakından bildiği memleketinin müziği için bir temennide bulunuyor ve diyor ki: Sayın Cumhurbaşkanı’m, Türkiye’de bir müzik üniversitesi kurulmalıdır!

Onun bu temennisine en üst makâmın göstermiş olduğu teveccühle, umut ve heyecan verici bir süreç başlıyor. Şimdi, bu sürecin nesi yanlış veya neden Türkiye’de bir müzik üniversitesi kurulamaz? Türkiye’de müzik üniversitesi kurulması fikrinin önündeki engel nedir? Türkiye’nin müzik medeniyeti, bir üniversiteye sahip olamayacak yoksullukta mıdır?

Yoksa bu yoksulluk, meseleye başından itibaren olumsuz bakan, akamete uğraması için ellerinden geleni yapmaya çabalayan ve daha baştan olmaz! diye feryat edenlerin küçücük zihniyet dünyâlarındaki yoksulluğun bir tezahürü müdür? Türkiye’nin vicdan, irfan ve kültür sahibi, duyarlı insanları, müzikçileri, sanatçıları; Sizlere sesleniyorum: Türkiye’nin bir müzik üniversitesi olmalıdır!

Bu üniversite, sadece Türkiye’ye değil, kültür ve gönül bağımız olan tüm coğrafya ve insanlara ve elbette tüm dünyâya, çok önemli katkılar sağlayacaktır! Yaşayamadığımız, yaşamaktan mahrum bırakıldığımız bir medeniyeti yeniden yaşanabilir kılmada, büyük bir vazife üstlenecektir…

Elbette ki bu bir ufuk ve idrak meselesidir. Ama medeniyet iddiasına sahip olmanın temel bir gereği ve ölçeği olarak, memleketimize bir müzik üniversitesi kazandırmak, öncelikli bir sorumluluk addedilmelidir.

Bu anlayış, elbette ki müziği sadece bir boş zaman uğraşı veya eğlence aracı olarak görmeyen; müziği, medeniyetin, ilim ve irfanın tam da kalbine yerleştiren, bilgece, sanatkârca bir kavrayışın ürünüdür. O yüzden meseleye bu kadar büyük bir önem atfetmektedir! Bu çığlığa, bu çağrıya ve bu temenniye, lütfen kulak verin. Doç. Dr. Okan Murat Öztürk

Bir yanıt yazın