Mûsâ Eroğlu

1944 yılında İçel’in Mut İlçesinde dünyâya gelen Mûsâ Eroğlu… Türk halk müziği ile bütünleşmiş bir ömür. Mûsâ Eroğlu’nun Türk Halk Müziğine katkısı o denli çok boyutlu ki, kendisini hangi yönüyle tarif etsek mutlaka birkaç yönü eksik kalacak. Mûsâ Eroğlu’yu ayıran en önemli fark; besteci, yorumcu, derlemeci, halk bilimi araştırmacısı ve eşsiz sazıyla Türk Halk Müziğinin özgün sesi olma özelliklerini bir arada bulundurmasıdır.

Mütevazi ve idealist çizgisiyle, 24 saatini daha doğrusu bütün bir yaşamını halk müziğine adamıştır. Mûsâ Eroğlu, bugün 70 yaşında ve Türk Halk Müziğinin genç kuşaklara sevdirilmesi ve geniş kitlelere ulaştırılması için büyük bir çaba içinde. Mûsâ Eroğlu, her yıl belli bir yörenin müziğini folklorik boyutuyla bütünleştirerek araştırıp ortaya çıkarıyor.

Böylece Türk halk müziğini dünden bugüne taşıyan yöresel ezgileri, evrensel müziğin formları içinde günümüz insanına ulaştırırken, ulusal kültüründe devamlılığına katkıda bulunuyor. Taşeli yöresi Türkmenleri ile ilgili yaptığı araştırmaları “Kütük” isimli kitapta topladı ve bu kitap Kültür Bakanlığı tarafından yayınlandı.

Mûsâ Eroğlu günümüze kadar Karacaoğlan üzerine yapılmış en kapsamlı araştırmayı gerçekleştirerek, Halk Bilimi araştırmalarında önemli bir sayfa açtı. Büyük halk ozanı Karacaoğlan‘ın pekçok eserini ortaya çıkaran ve bunları özgün sesiyle saza döken Eroğlu, bu yönüyle günümüzün Karacaoğlanı olarak nitelendirilmektedir.

Mûsâ Eroğlu, büyük halk ozanları ve kahramanları olan Karacaoğlan, Dadaloğlu ve Köroğlu‘nun eserleri yanı sıra, günümüz halk şairlerinin şiirlerini de besteleyip yorumlamaktadır. Bu eserlerden sözleri Abdurrahim Karakoç’a ait olan Mihriban isimli bestesi, halkımız tarafından büyük ilgi gördü ve şu ana kadar değişik tarzda sanatçılar tarafından en fazla yorumlanan eser oldu.

Sazını vitiözce kullanarak Türk Halk Müziğinin bu çalgısının genç kuşaklar tarafından sevilmesinde büyük rol oynamaktadır. Bu gün pek çok genç sanatçı Eroğlu’nu ve onun tarzını örnek alarak Halk Müziği çalışmalarına yön vermektedir. Bu yönüyle, Mûsâ Eroğlu, Halk Müziğinde bir ekoldür. Mûsâ Eroğlu bugüne kadar 3 bine yakın derleme yaptı. Solo olarak 12 kaset çıkardı. Ayrıca Ârif Sağ, Muhlis Akarsu, Yavuz Top ile birlikte 4 kasetten oluşan “Muhabbet” serisini hazırladı.

Mûsâ Eroğlu Türk Halk Müziğinin diğer ulusların müzikleriyle birlikte, evrensel boyutta temsil edilmesi için önemli çalışmalar içinde bulunmaktadır. Unesco’ya, kurumun kültürel çalışmaları çerçevesinde semahlardan oluşan eserler hazırladı. Fransa’da etnik müzikler üzerine çalışan özel bir kurum için “Anadolu Müzikleri” bir CD hazırladı.

Avrupa’dan Avustralya’ya Türki Cumhuriylerden A.B.D.’ye kadar Dünyânın pek çok ülkesinde resitaller verdi. Evrensellik normları içinde Sevdâ Türküleri yanı sıra, müziğin protest boyutuna da bağlı kalarak toplumsallık çizgisini geliştirdi.

Musa Eroğlu türküleri

Kavimler kapısı Anadolu

Bir toplumun türküsünden öte gücü yoktur. Toplum türkü damarından beslenir, türküyü de aynı damardan besler. Türkü, her toplumsal olayda, her bireysel yangında kendini yeniden üretir.

Türküde durgunluk yoktur, toplumların yaratıcı dinamizmi en başta türkülerde kendini belli eder. Gücü de buradan gelir. Bunu güç bilip savaşır mı, yakıp yıkar mı? Tam tersine, savaşın önünü keser, vuranın kıranın bileklerine sarılır, söz filizlerinin tohumunu yakıp yıkanın yüreğine eker.

Türkü; kabalığı, kini öfkeyi, düşmanlığı insandan öte kılan uygarlık soluğudur. Bu soluğu başka hiç bir güç kesemez. Türkü, bir anda toprakta, insanda üreyen gerçekliğin, güzelliğin kaynağı olur.

Toplum toprakların, türkü de toplumun varlığıdır. “Söz” adına yaratılmış her şeyin özünde türkü vardır. Şiir de anlatının da kaynağı, gidip türkülere dayanır. Türkü, acıyı ağıda dönüştürür.

Türkü bu boyutuyla duyguların, insan varlığını söze dönüştüren ezgilerin tarihidir. Onun için hiç umulmadık zamanlarda birden can bulur ve toplumun direnç soluğu olur. Türkiye’nin son 30 yılı, türkülerin toplumsal acıya nasıl sahip çıktığının tarihidir. Yunus‘lar, Pir Sultan‘lar, Karacaoğlan‘lar, Nazım‘lar ve o soydan gelen ozanlar birden güncelleşmiş, darlıklara düşürülmüş ve insanımıza umut olmuştur.

Anadolu’nun verimli kapısından nice kavimler geldi geçti. Her kavim üretti, beslendi, emeğiyle, kültürüyle toprağın hakkını verdi. Toprak da ondan hakkını esirgemedi. Bu emek tarihi bağlamında, hangi dinden, hangi halk kaynağından gelirse gelsin, aynı toprakta yaşayan halk, hep bir kültür imecesi içinde olmuşlardır.

Bu imeceyi bozup egemen olanlar, kendileri ne isterlerse onu vererek halkı yozlaştırmaya çalışmışlardır. Halk almamayı bildiği gibi, kendi içinde kendi kültür kazasını da örmüştür. Bu kozayı görecek gözü olmayan ses bülbülleri (!) ancak başka kültürlerin pazarlayıcısı olarak bir süre ortada görünmüşler, sonra silinip gitmişlerdir.

Bugün, müzik adına, Amerikaların, Avrupaların döküntü toplayıcıları da, aynı sonuçla karşılaşacaklardır. Ne denli yozlaştırmaya çalışsalar, halkın yarattığı öz müziği hiçbir güç, halklara unutturamaz.

Semahları, Karacaoğlan‘ı, Nesimi‘yi, İbreti’yi Veysel‘i ve Mahsuni‘yi yorumlayan Mûsâ Eroğlu, bu türkü kültürünün çağdaş yüzüdür. Mûsâ Eroğlu binlerce yıllık saz geleneğiyle, ses tellerine kattığı ezgi inceliğiyle, Karacaoğlan’a semahlardaki canların soluğa, Barakağzına, Mahzuni Şerif‘in, Muhsin Akarsu’nun yaratıcı tarihine kendisini katıyor. Sanatçı, beslediği kaynağı olduğu yerde bırakmayan insandır, sanata durağanlık yakışmaz.

Sanatsal değer taşıyan her ürün, kendini var etmiş her çağ insanının emeğinin izini taşır. Mûsâ Eroğlu’nun emeği bu soydandır. Onun, sözünü özüyle koruyarak yaptığı çağdaş yorum, Karacaoğlan’ı Çukurova’nın, Toros yörüklerinin ezgi serüvenini bugünlere getiriyor. Karacaoğlan, Torosların bir güzellik, bir sevgi, bir söyleyiş, bir düşünce kaynağıdır.

Yüzyıllar boyu bir köşede bırakılan Karacaoğlanlar’dan, Pir Sultanlar’dan uzak kalış, halklara çok şey kaybettirmiştir. Bugün, türkünün yaratığı halk duyarlığıyla onların yaratıcı toprağına yüz sürme dönemi başlamıştır.

Yaşar Kemâl, Çukurova ve Toros doğasının, insanının söz serüvenini kurtarmak için bir “abdal” gibi dolaşmıştır. Soylu ozanlarda Anadolu topraklarının ezgi serüveninin ardındadırlar. Türkü, kötülüğün ve yozlaşmanın karşısına çıkar. Bunun tam tersine, türkülerimizi kullanarak, saz soytarılığı yapanların, “imaj” meraklısı süs bebekleri hakkından gene türküler gelecektir.

Dün Yunus‘tu, Kaygusuz Abdal’dı, Pir Sultan‘dı, Karacaoğlan‘dı, bugün de Mûsâ Eroğlu… Mûsâ Eroğlu Anadolu’nun Ozanata soyundan geliyor. Söyledikleriyle, Anadolu’nun, daha da ötelerinin ozan onurunu, engin insan sevgisini, halkın acıyı bal eyleyen yüce sabrını dile getiriyor.

Onu dinlerken soluğumuzun genişlediğini duyumsar, bir güzelliği yaratmanın halkçı onuruyla gönlünüz havalanır. Bedenden soyutlanmış bir “kul”, önündeki nimete secde kılan bir ermiş olursunuz. Hem dünyâya eş tek bir varlık, hem evreni kucaklayan bir derviş…

Türkü güven ve onur kaynağıdır. Semahlarda, Barak ağzında, hele Karacaoğlan ezgilerinde bir güzellik yaratma duygusunun doruklarında sonsuzluğu yaşar Mûsâ Eroğlu. Türküsü olanın sabrı da olur, güzelliği de gücü de… Türkü, insan yüzü gibidir. Her yüz Ali Şavkı gibi, hem güleçtir, hem soylu. Hilmi Dede Baba geleneğinin ozanıdır.

Kendi yüzüne aynayı tutup, evrensel sonsuzluğu gören ozan soyundan. Bu, tüm insanlığın sevgisini, güzelliğini bir “yüz” de görmenin Anadolu serüvenidir. Mûsâ Eroğlu, Toroslardan kopup gelmiş bir ezgi ustasıdır. Bu ezgiyi ezgilerle bezeyip halkın soluğu, onuru yapan gene odur.

Yorumladığı ezgilerde, binlerce yıllık ozanlığın töresi, hoşgörüsü, bilgisi yansır. Mûsâ Eroğlu’nu dinlerken Anadolu’nun kapısını aralamış tüm kavimlerin yüreğinin orta yerinde bulursunuz kendinizi, türküde türküleşirsiniz. Türkü insanlaşmadır ve insanı insanla çoğaltan bir uygarlık soluğudur. Mûsâ Eroğlu, bu insanca emeğin güleç yüzüdür. Kaynak: musaeroglu.com.tr

Bir yanıt yazın