Sâime Sinan, 1928 yılında İstanbul’da Küçükpazar semtindeki Hacıkadın muhitinde dünyâya gelmiş, ilkokulu Süleymaniye ilkokulunda okumuştur.
Müziğe ilgisi bu küçük yaşlarında başlayan Sâime Sinan, evden okula, okuldan eve dönerken pencerelerden akseden bir müzik parçası işittiğinde, birden bire durur, başını yana çevirip gözlerini kaydırarak, tüm dikkatini bu müziğe verirmiş.
Eve geldikten sonra da kulağı hep radyodaymış. Radyo yayını başladığında, koşarak radyonün önüne çöker, hoparlörden dökülen şarkıları adeta içer gibi zevkle dinlermiş.
Babası, sesi güzel olmasına rağmen musiki ile sadece dinleyici olarak ilgilenmiştir. Anne ve babasıyla 19 yaşına gelene kadar birlikte yaşamış, aradan geçen bu yıllarda, kulağı ve ruhunu daima musikiye vermiştir.
Musiki çevresinde yetişmemesine rağmen, çok çalışarak, sesini kullanmayı öğrenmiş ve 1946 yılında kendisini musiki camiasını kabul ettirecek radyo sınavına girip kazanmayı başarmıştır.
Ankara Radyosu’nun ikinci kuşak sanatçılarından olan sanatçı, beş yıl süreyle burada koroda solo programlarında yer almış, özellikle Behiye Tetiker ve Berrin Erbay ile birlikte yaptığı “Üç solistten şarkılar” isimli programda adını duyurmuştur.
Haftanın belli günlerinde bu üç sanatçı, yıllarca programlar icra ederler ve aynı zamanda hergün öğleden sonra, radyodaki derslere devam ederlermiş. Bu şartlarda çabalayıp, kısa süre içinde kendini kabul ettirmiştir.
“İstanbul’da radyoya giriş müsabakası açılmıştı. Bundan bir müddet evvel bir Ermeniden aldığım bir musiki dersinden cesaret alarak, ben de bu imtihana girdim. Ama yine de radyoya gelinceye kadar hiç kimsem, hiçbir öğreticim yoktu.
Şaşmayın, ben kendime hoca oldum, kem hocaydım hem talebe. Ankara Radyosu için İstanbul’da açılan müsabakaya girerken, bir tarafım talebeliğin heyecanından ve korkudan titriyor, hoca tarafım ise beni durmadan teşvik ediyordu. Kazandıktan sonra hem iftihar duydum, hem zevk, hem sevinç.”
Ankara Radyosu sınavını kazanmasıyla bir başına Ankara’ya gelen sanatçı, bir süre o yılların ünlü sanatkarı Sâbite Tur Gülerman hanımın evinde kalmıştır. “Yalnız başıma Ankara’ya gelerek çalışmaya başladım. Hiç unutmam, ilk mikrofon karşısında söylediğim “Bir dert gibi akşam” şarkısından sonra tuhaflaşmıştım. Fakat korkudan doğan bir heyecan değil, zevkten doğan bir heyecan. Zira mikrofon karşısında okumaya bayılıyorum.
Konserlerde de okumayı severim ama, devamlı olarak asla. Bana çok güç gibi geliyor. Bestekarlardan Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi ve Şevki Bey‘in eserlerini okumayı çok severim. Piyasa şarkılarıyla da ilgilenirim, mesala şu sıralar “Gözü ceylan gözüdür” şarkısı aklıma geldi ki, en ziyade sevdiklerimden biri de budur.” Ne zaman dinlesem hüzünlendiğim şarkı ise, Acem aşîrân makâmındaki “Bin cefa görsem ey sanem senden‘ isimli bestedir.”
Ankara radyosunun ciddi ve disiplinli bir eğitim anlayışı içinde yetişen Sinan; Mesud Cemil, Rûşen Ferit Kam ve Ahmet Refik Sevengil gibi büyük sanat insanlarından feyz almış, güzel iri gözleri, siyah uzun kaşları, 1.60 boyu ve ince yapılı zarif görüşü ve kendine has okuma tarzıyla hayranlarınca merak edilen sanatkar, kısa sürede radyonun takip edilen sesi olmuştur.
Sâime Sinan, İstanbul gazinolarından gelen tekliflere olumlu bakınca, sahnelerde yer almaya başlamıştır. Sâime Sinan’ın ses volümü geniş, güçlü soprano sesinin rengi çok zevklidir. Bu yıllarda hem sanatkarlarda, hem dinleyicilerde belli bir kalite anlayışı vardır.
Sâime Sinan’da günün sevilen moda şarkılarına programlarında yer verse bile, program düzeyine ve detay düzeyine hep dikkat etmiştir.
“Hayâtımın en heyacanlı dakikaları ne zamandı derseniz, radyo imtihanı ve dün gece Kristaldeki ilk konserim. Bu gibi yerde halkın önünde ilk defa çıkıyordum. Heyecanımın tabii idi. Neyse fazla heyecan muvaffakiyetime mani olmadı. Düşünün ki beni bu ilk gecemde dinleyenler arasında, başlarında Ankara Radyosu program müdürü Hikmet Münir‘de vardı.”
İstanbul’a gelmesiyle beraber, gazinolarda sahne almaya başlayınca, Radyo idaresinin aldığı prensip kararı gereği, bir sene radyoda okuyamamıştır. Mesud Cemil Beyin hoşgörüsü ile Muzaffer Birtan -Mefharet Birtan ve Radife Erten gibi sanatkarlarla beraber, İstanbul Radyosunda neşriyatlara 29 Mart 1952 Cumartesi günü itibariyle yeniden başlamıştır.
Sâime Sinan ağır başlı, etliye sütlüye karışmayan, doğruluğuna inandığı şeyi söylemekten ve yapmaktan çekinmeyen bir sanatkardır. Dedikodu yapan ve yapmacık tavırlı insanları sevmez, sinemayı özellikle aşk filmlerini izlemeyi çok severmiş.
Dikiş ve örgü bilen, iyi yemek yapabilen bir ev kadınıymış. Üstüne yakışanı giyer, beyaz ve tirşe renkli kıyafetleri seçer ve son derece nüktedan biriymiş. Arkadaşları ile beraberken, beş yaşındaki bir çocuk taklidi yapar, elini ağzına götürerek ağlamaya başlar ve yanındakileri güldürürmüş.
Her yılın Haziran ve Ekim ayında gazinolar ve gazinodaki sanatçılar arasında büyük bir rekabet yaşanırmış. İyi dost oldukları bilinen birçok sanatçı, bu rekabet sırasında kıyasıya rekabete girer, bazen birbirlerine darıldıkları çekişmeler olurmuş.
Bu hadiselerden birinde, Perihan Altındağ Sözeri‘yi müşkül durumda bırakmak için, Sabite Tur, Hamiyet Yüceses ve Radife Erten birlikte hareket eder ve Perihan Altındağ’ın görev aldığı gazinolara ve konserlerine gitmemişler.
Ancak ortalığı kasıp kavuran “Her yer karanlık” şarkısı ortaya çıkınca, bu sefer Hamiyet Yüceses ile Radife Erten‘in arasının açılmasına sebep olmuştur. Sâime Sinan’ın çalıştığı gazinonun patronu, bu şarkıyı Sâime Sinan’ın da okumasını istememiş ve yasak koymuştur. Ancak gazino izleyicisinden, diğer sanatkarların programında olan şarkıları okuması için yoğun talepler gelmektedir.
Yine bir programı sırasında sahnede şarkılarını okuduktan sonra izleyicilerden gelen istek, “Baharın gülleri açtı” şarkısını okumak istediğinde, saz takımı bu şarkıda kendisine eşlik etmemiş. İçlerinden biri “Bu şarkıyı okuma, felanca hanım okuyor zaten” demiş. Saz takımı sahneyi terk edince, bu müşkül durumda şarkıyı sazsız olarak yorumlamış ve ertesi gün gazinoyu terk etmiştir.
Bu sıralarda nişanlandığı tiyatro sanatçısı Vahit Öz gibi bir sanatçı için ise, İstanbul tiyatroları tatmin edici olmayacağından, Sâime Sinan İstanbul’da çalışmama kararı almış ve çift Anadolu turnelerine çıkmıştır. Vahi Öz ile olan evlilik dönemi uzun sürmemiş, bunda Sinan’ın son derece sinirli olan tabiatının etkili olduğuna dair yazılar basında yer almıştır.
İstanbul Kapalıçarşı yangını ile zarar gören felaketzedeler için yardım kampanyası başlatıldığında, Şan Sineması sahibi Turgut Demirağ, geliri felaketzedelere bağışlanacak bir Türk Müziği konseri düzenlenirse, salonunu severek ücretsiz açarak katkıda bulunabileceğini belirtmiştir.
Konser gerçekleştirilmiş ve Sâime Sinan da, Hamiyet Yüceses, Sabite Tur, Mefharet Yıldırım, Şen Kardeşler, Ahmet Üstün, Balarıları, İsmail Dümbüllü ve topluluğu, Kadri Şençalar ve arkadaşları ile birlikte konserde yer almıştır.
Bu yıllarda sanatçı birkaç film yapımında yer almış, 1954 yılında Suavi Tedü’nün yönetmenliğini yaptığı, “Leylaklar Altında” isimli filminde şarkıları seslendirmiştir.
1955 yılında ise, sanatçının rol aldığı “Ebediyete Kadar” filminin yönetmenliğini Turgut Etingü üstlenmiş, Metin Bükey‘in müziklerden sorumlu olduğu filmde, sanatçı şarkıları seslendirmiştir. 1956 yılında rol aldığı, “Hayât Sokaklarında” filminin yönetmenliğini ve müziklerini ise Baki Çallıoğlu üstlenmiştir.
Sanatkar bu yıldan sonra serbest çalışma hayâtına atılmış, önce Ankara Esenpark, Dörtyol aile bahçesi ve Gençlik Parkı’nda, sonradan Majestik gibi mekanlarda yer almıştır.
Sonra ise, İstanbul’da Taksim’de Maksim, Gar Gazinosu, Beyoğlu’nda Cumhuriyet Gazinosu ve Yenikapı Çakır ve Tepebaşı gibi gazinolarda yer almıştır. Tepebaşı gazinosunda; Sabite Tur, Radife Erten, Süheyla Panseler, Ayten Arıkan (Alpman), Celal Tokses, Tahsin Karakuş gibi isimlerle sahneyi paylaşmıştır.
Tepebaşı’nda bu seslere eşlik eden sazendeler arasında ise; Nubar Tekyay, Hakkı Derman, Şükrü Tunar, Ahmet Yatman ve Kadri Şençalar gibi usta isimler olmuştur. Bu sıralar plak çalışmaları yapmış, radyo ile ilgisini tamamen kesmemiş ve arada İstanbul ve Ankara Radyosunda dışarıdan solist olarak programlara katılmıştır.
Ankara’da 1962 yılından itibaren Lunapark, Köşk ve Göl Gazinolarında sahne almış, İzmir’de ise Akasyalar ve Göl gazinolarında sahneye çıkmıştır.
4 Ağustos 1963 tarihinde Sâime Sinan’ın ve saz arkadaşlarının içinde bulunduğu taksi, yol kenarında duran bir kamyona çarpmış ve kazada hafif yaralanan sanatçı, bir gece hastanede tutulmuştur.
Sâime Sinan’ın annesi, Türk Halk Müziği sanatçısı Ali Ekber Çiçek‘in halasıdır. Henüz 11 aylık bebekken Erzincan depreminde babasını kaybeden Çiçek, İstanbul’a geldiğinde halasını bulmuş, Sâime Sinan’ın annesi olan halası, onu radyoya götürüp Muzaffer Sarısözen‘e emanet etmiştir.
Sâime Sinan her zaman assolist olarak sahneye çıkmıştır. Sahneye çıktığında çatal – bıçak ve tabak sesine asla tehammülü olmamıştır.
Genelde sahnede koyu renkleri tercih eder, özellikle siyahlara bürünür ve çok güzel makyajıyla kıyafetini tamamlarmış.
Sahnede başarılı kadınlara karşı zaafı olan Zeki Müren söz konusu Sâime Sinan olunca, yorum yapmaktan kaçınır ve ona karşı rekabete girmekten çekinirmiş.
Sâdun Aksüt sanat yaşamı boyunca yaşadığı anılarını aktardığı “Alkışlarla geçen yıllar” kitabında, Sâime Sinan ile ilgili şunları yazmıştır: “… Sâime, pire için yorgan yakan cinsinden, son derece sinirli bir kadındı. Pek ortalıklarda gözükmezdi ve onun içindir ki, dedikodusu olmamış gibidir. Sinirli oluşundan, öyle herkesle uyum sağlayacak bir kişi değildi.
En ufak bir şeyden büyük bir olay yaratırdı. Bu yüzden de sahne hayâtı çağdaşları kadar uzun sürmedi. Hatta kısa sürdü diyebiliriz. Ben kendisiyle çalıştım. Sahnede ciddi bir okuyucuydu. Ancak, çok asabi bir tabiata sahip olduğu için, geçimsizliği de had safhadaydı. Radyoda okuduğu zaman çok fevkaladelikler yaratırdı sesiyle. Çok yazık oldu, erken solan bir çiçek gibi kaybolup gitti.
Uzun yıllar sonra kendisine rastladım. Hala güzelliği yerindeydi. Yine de konuşurken sinirli idi. Boynunun sol tarafında bir yara izi, bir ameliyat izi, bir bıçak yarası gibi bir işret vardı. O sebeple de resim çektirirken sol tarafını hiç göstermezdi. “Taş plaktan Bugüne” adlı programı sunarken, Sâime Sinan’ı da buldum ve ona çok rica ettim. Fakat dil dökmelerim boşa çıktı, gelmedi.
Şunu da söyleyeyim ki, okumaya epey ürkekleşmiş olduğunu fark ettim. Mikrofondan ve dinleyici karşısına çıkmaktan çekiniyordu, üzülmüştüm. Gerçekten iyi bir okuyucu, iyi bir solistti. Şimdilerde gazinolarda assolist olarak geçinenler var ya, Sâime’nin eline su dökemezlerdi. Çağdaşları, hatta kendisinden çok büyük bir ablaları hala okurken, Sâime’nin ismini dahi çok kişinin bilmemesi, inanın musikimiz için esefle anılacak bir olaydır.”
Hem yaş olarak, hem ses olarak sahneyi ve radyoyu bırakacak yaşta olmamasına rağmen, çok erken sahnelerden çekilmiş, televizyondan basından uzak durduğu yıllarda kendini adeta unutturmuştur.
Vefat ettiği 11 Nisan 2008 tarihinde, ölümüyle ilgili gazetelerde haberi bile yayımlanmamıştır. Vefatıyla beraber Sâime Sinan’da, günümüzün bizi yalnızlaştıran tüketim çağında, unuttuğumuz değerlerin arasına katılmıştır.
Sâime hanımdan geriye yalnızca arşivcilerin elindeki plakları ve radyo konserlerinden örnek arşiv kayıtları kalmış, sanatçı ile ilgili eski kayıtlarından oluşan bir albüm çalışması henüz yapılmamıştır.
Kaynak: emirertas.blogspot.com.tr