Ses sanatçısı Kâni Karaca, 1930 yılında Adana’da dünyâya gelmiş, iki aylıkken bir kaza sonucu gözlerini kaybetmiştir.
İlkokulda okurken, aynı zamanda köyün imamı olan öğretmeninden ders alarak Kur’an’ı hıfz etmiştir.
1950 yılında İstanbul’a gelmiş ve bir süre Sâdettin Kaynak‘la çalışarak üslûp ve tavır öğrenmiştir.
Dinî mûsikî çalışmalarını daha sonra, üslûp ve tavır yönünden çok etkilendiği Yer altı Camii imamı ve hatibi ünlü hafız Ali Üsküdarlı’nın öğrencisi olarak sürdürmüştür.
Sadettin Heper’den kudümle usûl vurmayı öğrenmiş ve kendisinden ayrıca başta mevlevî ayinleri olmak üzere, pek çok dinî ve din dışı eser meşk etmiştir.
İstanbul’un mûsikî çevrelerinde çeşitli mûsikîşinaslardan yararlanarak mûsikî bilgisini ilerletmiş, Hafız Ali Üsküdarlı ve zamanın birçok değerli hafız ve mûsikîşinaslarının karşısında verdiği dinî mûsikî sınavı ile icazet almıştır.
Bu sınavdaki başarısı, Kâni Karaca’nın makam bilgisi ile yeteneğini kabul ettirdiği önemli bir aşama olmuş, bir hafız olarak yetiştiği halde, din dışı mûsikîde de büyük başarı göstermiştir.
1950’lerin sonları ile 1960’lı yıllarda, İstanbul Radyosu’ndan yayımlanan programlarda; Mesud Cemil, Cevdet Çağla, Vecihe Daryal, Yorgo Bacanos, Niyazi Sayın, Necdet Yaşar ve Sadettin Heper gibi çok değerli saz sanatçılarının eşliğinde okuduğu çok seçkin eserler, radyo tarihinin en üstün nitelikli programları arasındadır.
Bu dizi radyo konserlerinde yer alan eserlerin hemen hemen hepsi, ilk kez Kâni Karaca’nın yorumuyla seslendirilmiştir.
Kâni Karaca, her yıl Konya’da ve İstanbul’da düzenlenen Mevlana‘yı anma haftaları ile, İstanbul Festivali çerçevesindeki sema törenlerine düzenli olarak naathan, ayinhan ve kudümzen olarak katılmıştır. Yüzlerce kere okuduğu Itrî‘nin naat’i, onun yorumuyla beslenip benimsenmiştir. İstanbul’un son elli yılda tanıdığı en seçkin hafız ve mevlidhanlardan biridir.
Doğuştan okuyuş yeteneği gerektiren hafızlık ve mevlidhanlık ile, besteli eserlerdeki icracılığı, onun okuyuculuğunun iki yönüdür. Mevlid, kaside, ezan gibi yazılı bestesi olmayan, ancak doğaçlama ezgilerle okunan dinî mûsikî şekillerinden başka, Kur’an okumakta da büyük bir sanat başarısı göstermiştir.
Mûsikî eğitimi görmemiş din hocalarının artması sonucu, hafızlığın sanat yönü gitgide kaybolurken, dinî mûsikînin geçen yüzyılda yetişmiş üstadlarıyla zamanımıza kadar ulaşan seçkin gelenekleri izleyip, geliştirenlerden olmuştur..
Onun mûsikî icrasına en önemli katkısı, İstanbul’a has mevlid ve Kur’an okuma üslûplarını günümüzde de büyük sanat gücüyle yaşatması olmuştur. Bugün kaybolmaya yüz tutmuş olan gazelin de çok üstün nitelikli bir yorumcusuydu.
Doğaçlama mûsikîde, ezgi ile güfteyi her mûsikî şeklinin gerektirdiği ifadeye göre başarıyla kaynaştırmış, bariton sesiyle, pestlerde olduğu kadar, tizlerde de perdelerin seslerini falsosuzca vererek, makamların seyirlerini ve özelliklerini ustaca göstermiştir.
Belli bir makâmın ses alanından çıkarak, başka bir makâmın ses alanına geçmek anlamına gelen “geçki” sanatını başarıyla uygulamıştır.
İç içe örülü; uzun ve kısa, uzak ve yakın geçkilerdeki makam, ezgi ve buluş çeşitliliği, okuyuş üslûbuna ayırt edici bir özellik katmıştır.
Dinî mûsikînin olduğu kadar, din dışı mûsikînin de büyük icracılarından, evli ve iki çocuk sahibi olan Kâni Karaca, 30 Mayıs 2004 tarihinde vefat etmiş ve Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
Kâni Karaca belgeseli: