Turgut Yarkent

Turgut Yarkent, 1916 yılında Üsküdar’da dünyâya geldi. 1939 yılında Harp Okulu’ndan mezun olan Turgut Yarkent, 1949 – 1950 yıllarında Harp Akademisi’nde okudu.

1954 yılında geçirdiği kaza sonucu askerlikten ayrıldı. Turgut Yarkent’in 100’den fazla şiiri, Türk sanat müziğinin sevilen eserlerine güfte oldu.

Dil şad olacak diye, Tövbeler tövbesi, Mihrabım diyerek, Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini gibi eserlere imza atan sanatçı Turgut Yarkent ile Tarih Vakfı olarak “Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi” kapsamında yaptığımız görüşmenin ikinci bölümünü yayımlıyoruz.

Harbiye bitti. Kura çektik, ben Siirt’i çektim. Bir üzüldüm ki İstanbul’dan uzaklaşıyorum diye.

Tesadüf Siirtli bir çocuk geldi, “değişelim seninle” dedi. “Sen nereyi çektin” dedim. “Kırklareli’ni çektim” yanıtını verdi. Eh, Kırklareli iyi, yakın İstanbul’a, değiştik biz onunla. Kırklareli’ne gittim. Alelacele yola çıktık.

Kimimizde çizme var, kimimizde şapka var yani tam takım elbisemiz olmadı bile. Harbiyeli elbisesiyle gittik. Bir süre kaldık Kırklareli’nde, ondan sonra Bulgar hududuna geçtik. Karşı karşıya geldik Bulgarlarla. Avrupa’da İkinci Dünyâ Savaşı başlamıştır. Trakya sınırında görev yapan Turgut Yarkent’in de içinde olduğu birlik, bir süre sonra gelen emirle daha içlere doğru çekilmeye başlar. Müttefiklerin ısrarına karşın Türkiye savaşa girmez.

Orada işte bekledik, harbe gideceğiz diye. Kim bilir ne silahlarla geliyordu Almanlar? Tankı bile var adamların, bizde 88 modeli piyade tüfeği vardı. Bir de süngümüz vardı tabii. O zaman üstümüzden uçak geçiyordu, ilk anlarda biz ateş ettik bunlara, tabii mermiler yarı yoldan dönüyordu… Sonra emir geldi “Ateş etmeyin” diye. İsmet Paşa gidiyor, konuşuyorlar, sonucunda bizi harbe sokmadılar. İki ay sonra birlikler sınırdan çekilir.

Büyükçekmece’nin karşısında bir köyde iki sene kadar kaldık, artık Almanlar gelmiyorlar. Almanlar gittiler, en sonunda Rusya’nın içine girdiler, Pripet bataklığının orada dondular mondular, erler teslim oldu falan, harp bitti. Savaş sonrasında Turgut bey sırasıyla; Antakya, Mardin ve İstanbul’un Üvezli Köyü’ne tayin olur. Rusya’da bazı hareketler var, şüpheleniyorlar çıkarma yaparlar buraya diye.

Şile’de sahilde benim bölüğüm, bölgem, aynı zamanda emir subayıyım. Görevli olduğu gecelerden birinde ciddi bir kaza geçirir ve Ankara’ya tedaviye gider. O arada alayımız lağv edildi.

Ben emir subayı olduğum için, bütün silahlarıyla alayı bana bıraktılar, alayı Gebze’de deniz kenarında boşalmış un fabrikasına taşıdım. Tam taşınma biterken, gece aşağıda erler yatıyor, ben yukarıda yatıyorum, benim yastığımın altında tabancam, gece ayak sesleri duydum, baktım, iki tane sivil adam duruyordu.

“Kimsiniz yahu siz?” dedim, ben zannettim yanlış geldiler. “Yahu komutan” dedi, “biz” dedi “böyle, böyle geldik” dedi. Bunlar Suriyeliymiş. Suriye’de Fransızlarla hareket var o zaman, o tarihte, bunlara mermi lazımmış, işitmişler ki bizim bölükte angaje mermiliğimiz var, benden mermi satın alacaklar. Yani hırsızlık yapacağım ben. “Bakayım ben” dedim, “bir mermileri sayayım, fazla varsa ben size haber ederim, bana uğrarsınız bir hafta sonra.”

Sabahleyin kalktım, Kolordu’ya telefon ettim, durumu anlattım. Kolordu komutanı da Nurettin Baransel o zaman, sonra genelkurmay başkanı oldu. Ertesi günü geldiler, cephaneyi teslim aldılar, o adamlar da bir daha gelmedi… O arada ben Harp Akademisi imtihanına girdim, onu kazandım. Bir sene okudum ve tayinim İstanbul’a çıktı ama Yassıviran’a. Ve oradaki tümene dördüncü şube, lojistik şubesi müdürü olarak gittim.”

Askerlikten ayrılıyorum

O günlerde bir kaza daha geçirir Turgut bey. “Ama bu sefer biraz tesir etti bana, çok kızar biri oldum, asabi mizaçlı oldum.” O tarihlerden başlayarak askerlik mesleğinin kişiliğine pek de uygun olmadığına karar veren Turgut bey, bir yandan da hakkının yendiğini düşünmektedir.

“Harp Akademisi’ne kızıyordum, çünkü çok iyi dereceyle çıkmam lazımdı, dördüncü yaptılar beni. Yani önüme hiç olmayacak kişileri koydular. Kırgındım yani mizaç olarak da uyamadım ben. Mizaç olarak da, o sertliği gösteremedim ben. Hiçbir ere bir fiske vurmadım. Kulağının ucunu tutardım, “Bak bunu yaptığını bir daha görmeyeceğim” falan derdim.

Bir daha da yapmazdı ve ben “Öl” desem ölürdü hepsi bunların, öyleydi. Erleri döven çok subay gördüm. Tekmeleyenleri gördüm, yani benim mizacıma uymadı askerlik.” Hava değişimi aldığı üç aylık dönemlerden sonra, artık tümüyle askerliği bırakmaya kararlıdır.

“Bana lazım olan “gayrı faal, kıta görevi yapamaz” raporuydu. Ankara’ya gittim, orda sıhhat kurulu var. Kurula girdim. Geldim buraya, bir hafta sonra, gayrı faal kıta görevi yapamaz raporum da geldi ve 1954 yılında malulen emekliye ayrıldım.

Paşa oldum ben, birden bire, paşa. Paşa gönlüm! Paşa oldu ya, paşa gönlüm bugün diyor ki “Maça git”. Nöbetler falan bitti. Bugün maça gidiyorum. Bugün, bugün diyor ki “Sinemaya git”, bugün sinemaya gidiyorum, bugün “Balığa çık” diyor, balığa çıkıyorum. Ama bir gün oldu ki, a, baktım ben bugün ne yapacağım diye düşünmeye başladım. Bitti hepsi bunların, ne yapacağım ben bugün diye düşünmeye başladım.”

Yeni bir dönem başlar Turgut beyin hayâtında. Bir tanıdığının sayesinde mini golfe ilgi duyar ve Büyükada’da Golf Kulübü açarlar. Bir süre sonra tümüyle Turgut beye kalır kulüp, orada Ayla Hanım’la tanışır ve evlenmeye karar verir. “Golf Kulübü’nde yavaş yavaş, oradaki o iş hayâtını kendime yakıştıramaz gibi oldum. Bu arada Amerikan Kız Koleji mezunu olan eşimle evlendim, geçim sıkıntısı başladı yavaş yavaş. Yani çalışma ihtiyacını yavaş yavaş duyuyordum böyle.

Emekli maaşı az gelmeye başladı. Hanımı çalıştırmadım. Halbuki o günlerde çok Fransızca bilen, çok iyi İngilizce bilen hanımın, herhalde iyi bir iş bulması lazımken, çalıştırmadım hanımı.” Önce Aygaz, sonra da İpragaz’da çalışmaya başlar Turgut bey. Bu yıllarda, evlenmeden önce yoğun olarak ilgilenmeye başladığı şiirleri, birbiri ardına bestelenmeye başlar. Eserler Türk sanat müziğinin gözde eserleri arasına girer.

Dil şad olacak diye

“O zaman aşağı yukarı, 40 yaşına yaklaşmışım, bekarım, çünkü hiç evli olacak bir yerde dolaşmadım ben. Yani hep köylerde möylerde falan filan geçti yıllar. Kız kardeşim bekar, bir de dadım var evde, daha evvel bir de annem var, o eve ben nasıl gelin getiririm? Neyse, evlenemedim yani kısmet bulamadım kısacası.

Bir gün tıraş oluyorum, burada iki tane beyaz saç gördüm, aa, o zaman dedim ki ben ihtiyarlamışım. “Ne bülbülde o fidan, ne gülde sitem kaldı, Ne meyhanede zevk, ne kadehte (Kitabındaki orijinal şiirde, kadeh yerine “sagar” geçiyor) dem kaldı, yel gibi geçti ömür, hüzünlü bir dem kaldı. Kırılmış bir gönülden gayrı benim ne’m kaldı. Bana ondan yadigar, gözlerimde nem kaldı, Dil şad olacak diye kaç yıl avuttu felek, Bir ömür heder oldu, beni unuttu felek, Ayine-i devranda bahar ararken heyhaat, saçıma karlar yağmış, boşuna yaz beklemek..”

Çok eskiden beri tanıdığı komşuları da olan bestekar Avni Anıl şiiri bestelemek üzere ister. “O meşhur ‘Dil Şad’ şarkısı Avni’yi Avni Anıl, Zeki Müren‘i de Zeki Müren yapan şarkıdır. Zeki Müren bu şarkıyı, Taksim Gazinosu’nda bir ay süreyle, sahneye pamuklarla kar yağdırarak ve diz çökerek okudu. Ve Avni de tanındı, Zeki de tanındı, ben de tanındım şarkıyla. Ondan sonra şarkılar başladı. Dil Şad’ı çok sevdikleri için başladı. Ondan sonra Sevil, neşelen, sevme yanarsın‘ı biraz dertli olan hanımlar aldı.

Sonra, bu Tövbeler tövbesi‘ni, sonra, “Her Sabah Tanyerinde Ya Sen Olsan ya da Hiç” bunu İrfan Özbakır bestelemişti, onu çok söylediler… Şimdi tutturdular, Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini önüne gelen, şimdi onu söylüyor. Sonra bir Mihrabım diyerek var. O iki türlü yazılıydı. Mihrabım diyerek sana yüz vurdum, bir de Mehtabım diyerek sana yüz vurdum. Mehtabım diyerek sana yüz vurdum, daha güçlü. Yani sen benim karanlık gecemi aydınlattın, sen benim mehtabımsın. O kadar çok oldu ki bunlar. Şiir olarak aklımda kalabilir belki ama şarkı olarak aklımda kalmıyor çoğu.”

Bu arada bestelenen şiirlerinin dışında da şiir yazmayı sürdüren Turgut Yarkent, pek çok şiir kitabı da yazar. “Beğenenler alıp, besteliyor. Geçenlerde birine daha yazdım verdim, o da bestelenmiş. Hatta en son hafta, en son hafta bile, şu geçtiğimiz hafta bile üç tane bestelenmiş yeni, bildirdiler bana. Şimdi ben yazarım, şimdiye kadar da hiç kimseye ‘Bana bunu besteler misin?’ demedim. Birilerine söylerim, okurum, ‘Bana verir misin bunu?’ derler, veririm bestelenir.”

100’e yakın şiiri bestelenen Turgut Yarkent, 25 yılın sonunda İpragaz’daki işinden emekliye ayrılır. “İpragaz’dan sonra eve bağlılık başladı ve o zaman daha çok şiire, şarkıya bağlanma durumu oldu. Çünkü başka meşgalem yoktu benim. İpragaz’dan sonra, Avşa’da yaşadığımız dönem de bitti, Avşa’da da biz 26 sene kaldık, orada evimiz vardı.”

Son yıllarda Türkiye Musiki Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) Haysiyet Kurulu üyesi olan Turgut Yarkent, zaman zaman birliğin toplantılarına gidiyor, hâlâ yazıyor, şairliğe devam ediyor, büyük bir zevkle. Öte yandan Türk pop müziğinde esen “nostalji” modasının peşi sıra, güftesini yazdığı eserler yeni yorumlarla seslendiriliyor. Hatta “Mihrabım diyerek” eseri de cep telefonlarının gözde parçaları içine giriyor. Zaman ve birbiri arkasına gelen modalar değişiyor ama, metni derlerken içimizden mırıldandığımız şarkıların güzelliği ve anımsattıkları değişmiyor.

Duydum ki unutmuşsun

“40’larda, 50’lerde, daha çok eski şairlerin bestelediği şarkılar söylenirdi. O zaman daha böyle yeni şarkılar, şiirler, yazarların besteleri yoktu ortada.

Sonra müzik dernekleri çıktı ortaya, onların da bir kısmı sonradan konservatuvar oldu. Mesela bizim Boğaziçi Konservatuvar’ı gibi, sürekli talebe yetişiyor orada şimdi.

Müzik dernekleri ortaya çıktıktan sonra, beste yapmak kabiliyetine sahip olanlar çıktıktan sonra, besteler yapılmaya başlandı. Şarkılar, yavaş yavaş iyi bestekarlar çıkmaya başladı ortaya.

Eskiden çok iyi besteciler vardı. Gerçi şimdi de fena beste yapmıyor yeniler, yavaş yavaş eskilerin hizasına gelmeye başladılar.

Bir de şey var tabii, poplar moplar falan var. Ben onu benimseyemiyorum, bana göre değil, şiir değil onlar. O da biraz para işine bindi, para işine.

Şimdi halkın istediği şekilde, yani onların istediği şekilde kaseti satmak için o şekildeki şarkılar ortaya çıktı, yani pop müziği nevinde şeyler çıktı. Ama diyeceksiniz ki, benim Duydum ki unutmuşsun‘u da pop müziği yaptılar, onu da pop müziği çalıyorlar şimdi orada, o başka şey, o değiştirme. Ama pop müziği bugün 30 yaşına kadar, 25 yaşına kadar olan gençlerin müziğidir. O tepinme müziğidir, şimdi onlar 30 yaşına kadar tepinir ama ondan sonra bırakırlar.

Türk sanat müziğine gelecektir muhakkak, çünkü o güç kalmayacak, tepinme gücü, o çünkü güç isteyen bir şey, tepin de tepin boyna, ötekinde ise düşünme vardır. Biri düşündürür, biri tepindirir. Müziğin farkı burada.”

Balıklar ve bankalar

“İstanbul’da balıkçılığı ve Marmara’yı çok iyi bilirim. En ince yerine kadar, çünkü bende Marmara’nın dip haritası var. Dip haritası, nerede taşlar var, nerede balık tutulur, nerede yuva yerleri, onları çok iyi bilirim ve ben uzunca bir inceleme yaptım, yazdım. Marmara’yı öldürdüler bugün, ancak Karadeniz’den biraz balık gelirse, o da yani birkaç cins, istavrit falan gibi yani. Nerede o bizim lüferlerimiz, nerede o sinaritler, mercanlar, hepsi bitti kalmadı. O istakozlar falan, böcekler, hiçbir şey kalmadı.

Ben çocukken nizami balıkçılık yapılırdı. Babamla beraber balığa giderdik. Evde babam kurşun döker falan, olta yapardı, olta balık yapardı, ama istavrit gibi, izmarit gibi falan, kıyı balıkları tutulurdu yani. Tutsa tutsa 10 tane tutardı yani bir evin ihtiyacı kadar tutardı.

Şimdi öyle değil ki, dibi kazıdığı zaman, hatta ve hatta şeyde Karadeniz’de hamsiyi, gübre olarak kullandılar. Şimdi ben, resmi gördünüz, 13 kilo sinarit tuttum. Herkes yerdi balığı. Ve balık diyebilirim ki baş gıdaydı, etten daha ucuzdu o zaman.

Balık, hiç olmazsa istavrit yerdi yahu, şimdi istavrit de yok, izmarit yerdi, tenekeyle izmarit tutulurdu, şey, oltayla. Sade balık için değil, hiçbir şeyde, menfaate dayalı olmayan hiçbir şeyde kontrol kalmadı. Hepsi menfaate dayalı bunların, kontrolü yok, çünkü neden, o çalsın, bana beş kuruş versin, o 10 kuruş çalsın zihniyeti hakim. Şimdi bankaları görmüyor musun, bankalar ne oldu?” Turgut YarkentKaynak: milliyet.com

Not: Turgut Yarkent, 28 nisan 2006 tarihinde yaşlılığa bağlı solunum yetmezliğinden tedavi gördüğü Gata Haydarpaşa eğitim hastanesinde vefat etmiştir.

Bir yanıt yazın