Prof. Dr. Mehmet Sâdık Acar anısına, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Tarafından, 16 Ekim 2008 tarihinde Düzenlenen, “Küresel Kriz Dinamikler ve Türkiye’ye Yansımalar” Konulu Panelin Açılış Konuşmaları Kapsamında, Sayın Hüseyin Acar’ın Yaptığı, “Baba Olarak Mehmet Sâdık Acar” Başlıklı Konuşma:
Sevgili Dostlar;
“Yalnızca mevkileri büyük insanların yakınlarının cenazeleri kalabalık olur, kendi cenazelerini caminin devamlı cemaati kaldırır. Kendileri büyük insanların ise, kendi cenazeleri büyük olur.” Babam bana bu sözleri söylediğinde, on beş yaşında bile olduğumu sanmıyorum, kanıtladığındaysa, otuz beşimdeydim.
Babam hiçbir zaman baba oğul yerine, arkadaş gibi olmayı seçmedi. Onun için babalık, çok daha büyük bir sorumluluktu.
Mükemmeliyetçi kişiliğinin gereği olarak, bu sorumluluğu tam anlamıyla yerine getirdi. Yine de ben, 29 Mayıs günü en yakın arkadaşımı kaybettim.
Babamın hassas ve kırılgan bir yapısı vardı. Kendisinin her zaman gösterdiği nezaket ve ince düşünce kendisine gösterilmediği zaman kırılır, kendisine ya da herhangi birine yapılan haksızlık karşısında kahrolurdu. Ancak, bütünde babam mutlu bir insandı.
Hayâttaki önceliklerini belirlemişti, ilkeleri doğrultusunda her zaman bu önceliklere göre yaşadı. Bu öncelikleri; ailesi, bilim, insanlık ve vatandı. Dürüstçe yaşadığı hayâtında pişmanlıkların, fazlaca yer tutamadığını düşünüyorum. Bir baba olarak, her zaman evimizde mutluluğun ve huzurun olmasını sağladı.
Evlenmemle birlikte, eşimle de baba kız ilişkisi kurdular. Babam, Banu’yu da, beni sevdiği kadar sevdi, ona da bana gösterdiği kadar saygı gösterdi. Ben, babam için hiçbir yaşımda, yalnızca şefkatle sevilecek, öğütler verilecek bir ufaklık olmadım. Gösterdiği sonsuz sevginin, şefkatin yanı sıra, beni görüşleri alınacak, saygı duyulacak bir birey olarak gördü. Bana çok küçük yaşlarımdan başlayarak, insanı sevmeyi, insana saygı duymayı öğretti. Doğa ve vatan sevgisini nedenleriyle aşıladı.
Fikirleri örten illüzyonları kaldırmayı, gerçekleri görmeye çalışmayı öğretti. Elbette ki bir bilim adamı olarak bana bilimi de anlattı. Tartışmaktan en çok hoşlandığımız konular; felsefe, dil bilim, ilahiyat ve kuantum fiziğiydi. Tartışmak diyorum ama, aslında yaptığımız, babamın anlatması, benim de anladığım kadarıyla sorular sormamdı.
Yıldızlar altında rakı içerken, biz hiç şiir okumadık, hiç Türk Sanat Müziği şarkıları söylemedik. Bunların yerine; yıldızlara baktık, Büyük Ayıyı, Kutup Yıldızını aradık, ışık hızını konuştuk. Babam bana bu yıldızların altında, evrenin neden konkav bir yapısı olması gerektiğini anlattı.
Kendisinin sürekli ısrarlarıyla, bir başka üniversitede başladığım Yüksek Lisans Öğretimimle, hayâttaki öğrencisi olmanın yanına, iktisatta da öğrencisi olma sürecim başladı. Zaten yıllar önce bana atfedilmiş olan, yıllarca arkadaşlarıma hava attığım, önce “İktisada Giriş”, daha sonra, “Genel İktisat” adıyla basılan kitabı, kaynak kitabım oldu.
Benim kullandığım kitabı imzalarken ,babam yalnızca imzasını attı, “Oğlum Hüseyin’e” hitabı matbu olarak mevcuttu. Tabii ki yaşantımız ve ilişkimiz derslerden ibaret değildi. Beraber güldük, dalga geçtik, yaramazlıklar yaptık. Önceleri babamdan gizli içtiğim sigaraları, sonraları babamla birlikte annemden gizli içtik.
İlk uçurtmamı babamla yaptım. Köyde ok ve yay yapmak için uygun malzemeleri doğadan bulup, ok ve yay yaptık. Babam yaş ağacın kabuğuna çakıyla şekiller çizdi, sonra o ağacı fırında kurutup, kabuklarını temizledik, o şekiller simsiyah, ağacın geri kalanıysa bembeyaz çıktı. Evet, babam Kızılderili yayı yapmayı da bilirdi.
Babam bana masal da anlattı. İlgisi gereği, pamuk prenses ve yedi cüceler anlatmadı. Bana masal olarak “Big Bang”e göre evrenin nasıl oluştuğunu, evrim teorisini anlattı. Bu teorileri, bana anlattığı masallarında malzeme yaptı ama, bunları masal olarak görmedi.
Bu masalların doğal sonucu olarak, çocukluk rüyalarımı ve hayallerimi dinozorlar ve uzaylılar süslerdi. Dinozorların en azından iskeletlerini, yine babamın beş yaşında götürdüğü müzelerde gördüm. Uzaylılar konusunda ise, önemli bir gelişme kaydedemedik.
Üç yaşında “bana bulut masalı anlat baba” diyerek ve anlattırarak, babamın hep bahsedilen karmâşık konuları bile anlaşılabilir kılma yeteneğine katkım olduğunu düşünüyorum. Filmler izlerdik. Televizyondaki hiçbir kovboy, ya da uzay filmini kaçırmazdık. Kovboy filmlerinde, babamın kısıtlı asistan maaşıyla İngiltere’den getirdiği, tabanca ve tüfeğimi alıp, Kızılderililere yardım ederdim. Biz hep Kızılderilileri tuttuk. Zaten babamın tarafını güçlü ya da güçsüzden değil, haksızın karşısında haklıdan yana seçmesinden daha doğal ne olabilir?
Biraz daha büyüdüğümde, tarihi filmler izlerken araya başıboş biçimde serpiştirilmiş ahlak kurallarının, aslında hangi filozof tarafından ne zaman söylendiğini anlatır, eksikleri tamamlardı. Eşimle evlenmek istediğimi söylediğimde, Banu’yu istemek için ne zaman İstanbul’a gelmesi gerektiğini sordu?
Ne eşimi, ne de eşimin ailesini araştırma gereği duymadı. Sonuçta ben mutluydum ve tek gerekli şart buydu. Allah da gönlüne göre verdi. Banu’yu istemeye gittiğimiz gün kayınpederimle tanıştı. On beş dakika içinde felsefe konuşmaya başladılar. Ben konuşmalarından hemen hemen hiçbir şey anlamadım.
En sonunda eşimin dedesi, aslında orada bulunma sebebimizin gençlerin evlenmek istemeleri olduğunu hatırlattı. Babamla kayınpederimin sohbetleri böylece başlamış oldu. Din ile ilgili konuşmalarımızda, kabir ziyaretinin ve türbe alışkanlığının İslam’da olmadığını söylerdi.
Fakat bu geleneklerin, bize atalarımızdan miras kaldığını, bu yüzden çok sevdiğini, sahiplenilmesi gerektiğini belirtirdi. Bugün internet sitesinde, öğrencilerinin ve dostlarının taziye defterine yazdıklarını takip ediyor, orada insanlık ve bilim adına babama sözler verildiğini görüyorum.
Çağdaş bir türbe olarak gördüğüm bu taziye defterini babamın da okuduğunu, mutlulukla gülümsediğini hissediyorum. Geçen ders yılı sonunda mezun olan öğrencilerine mesajında, yabancı meslektaşlarından hiçbir eksikleri olmadığını söylemişti.
Bu mesaj ilk başta, bir hocanın kendi öğrencilerini kayırması gibi algılanabilir. Bugün tüm dünyâ olarak yaşamakta olduğumuz ve az sonra başlayacak olan panele konu olan kriz göz önüne alındığında, mesajın duygusallığın yanında, ne kadar gerçekçi olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Bilim ve düşünce yoluyla dünyâyı değerlendiren babam için, bu kriz ve gelecekte gerçekleşecek olan pek çok gelişme öngörülebilirdi. Bu öngörülerini de kitaplarında ve makalelerinde yazdı. Dersini alan öğrencilerine kitaplarını almamalarını, zaten derslerde kitaplardaki konuları daha güncel olarak tartışacaklarını söylerdi.
İlk baskılarından itibaren üniversiteye hediye ettiği kitaplarının, bugün eskisinden daha gerekli olduğunu düşünüyorum. Allah’ın karşıma sakın kul hakkıyla gelmeyin dediğini biliyorum. Bu konuda çok hassas olan babamın kul hakkı yememeye gayret gösterdiğini de çok iyi biliyor, bilmeyerek birinin hakkı kendine geçtiyse, hak sahibinin helal etmesini umuyorum.
Diğer kulların da, kul hakkı yemesine hep engel olmaya çalışmış olan babamın yerinin cennet olduğundan şüphe duymuyorum. Tabii ki babamın cennetinde huriler ve Kevser şarabı yerine, büyük bir sofra var. Masada; Aristo, Sokrat, Atatürk, Einstein, Adam Smith, İbn’i Haldun, Karl Marx, Keynes, Muhyiddin Arabî, bizim köydeki okuma yazma bilmeyen bilge çoban ve diğer dostları ile sohbet ediyorlar.
Zamandan ve mekândan bağımsız olan bu masaya, baba kontenjanından katılabilmeyi umuyorum. Huriler konusuna gelince, babam yalnızca annemi istediğini her fırsatta söylerdi. Babamın eksikliğini yaşamım boyunca duyacağım, sohbetlerimizi, düşünmek zor geldiğinde ona danışma konforunu hep arayacağım.
Fakat bana verebileceği değil, verilebilecek her şeyi vermiş bir babam olduğu için kendimi hayât karşısında hazırlıksız, eksik hissetmiyorum. Canım Babam bir ay sonra doğacak olan oğlumu senin rehberliğinde yetiştirmeye çaba göstereceğim. Saygı ve teşekkürlerimle, Hüseyin Acar