Hayâtı
Tanbûrî Numan Ağa‘nın torunu, Zeki Mehmed Ağa‘nın oğlu olan Tanbûrî Büyük Osman Bey, 1816 yılında İstanbul’da Tophâne civarında dünyâya geldi. Henüz sekiz yaşında iken Enderûn’a alındı.
Osman Bey, Enderûn’da bir taraftan muhtelif bilgiler, diğer taraftan da zamanın mûsikî ustalarından, mûsikîyi ve tanbûr çalmasını öğrendi.
Oğlunun Enderûn’a alınmasında ısrarlı olan Zeki Mehmed Ağa, tanbûr öğretmedeki isteksizliğini burada da göstermiş, oğluna ders vermemiştir.
Osman Bey, Enderûn’da bulunan diğer tanburilerden istifade etmekle birlikte, sazını kendi gayreti ile ilerletmiştir. Rıfat Bey, Hâşim Bey gibi ses ustaları ile fasıllara katılıyordu.
İlk zamanlarda bir hanende, fakat daha ziyade iyi bir tanbûrî olmaya çalışan Osman Bey, babasının ölümünden sonra tamamen ve münhasıran sazı ile meşgul olmuş ve her biri en nefis saz eserlerinden olan peşrevlerini, bu döneminde bestelemiştir.
Abdülmecid’in son senelerinde sersazende olan Osman Bey, bu vazifesini Abdülaziz zamanında da sürdürmüş ve sarayda yapılan incesaz fasıllarına tanbûru ile iştirak etmiştir. Mevlânâ Celâleddin Rûmî‘ye karşı duyduğu muhabbet ve iştiyakın verdiği heyecanla, mevlevihânelerin hemen hemen hepsine ve bilhassa Cuma günleri Kulekapısı Mevlevihânesi’ne düzenli olarak devam etmiştir.
Öğrendiği tanbûra, daha sonra kendi kabiliyet ve istidadının orijinalitesini de ilave ederek, babasının tavrına daha renkli bir tavır vermiştir. Tarihçi Ata Bey’den naklen verilen bilgilere göre; çok nüktedan, güler yüzlü ve zarif bir kimseymiş. Bu nedenle; her mecliste aranır, sevilir ve sayılırmış.
Tanbûrî Büyük Osman Bey hassas bir kulağa sahipmiş. Tanbûrun iki telinden birinde gayet hafif bir uyuşmazlık sezse, derhal telin birini koparır atar ve sazını tek tel ile çalarmış. Eserlerini değiştirenlere, nağme ilave edenlere çok kızarmış. Hattâ bir gün bir yerde, Uşşak peşrevinin teslimine geçilecek kısmı biraz değişik çalmaya kalkan bir kânuniyi, dövmeye kalktığı bile rivayet olunur.
Üç erkek, bir kız çocuğu olan Tanbûrî Büyük Osman Bey, 1 Ekim 1885 tarihinde uzun zamandan beri çekmekte olduğu bir göğüs hastalığından vefat etmiş ve Yahya Efendi Dergâhı mezarlığına defnedilmiştir.
Bir bestekâr olarak, söz mûsikîsine ait bazı eserler bestelemişse de, onun asıl şahsiyetini temin eden eserleri, cidden nefis ve üstadâne olan peşrev ve saz semailerindedir. Bu çeşit eserler, Osman Bey’i kabiliyet ve istidadının son tekâmül merhalesine eriştirmiştir.
Eski bestekârlarımızdan bir kaçının bu yoldaki eserleri istisna edilirse, geriye kalan peşrevler, mükerrer ve uzun parçalar, hatırda tutulması zor ve karışık bir uslûbla bestelenmiş ve bir peşrevin hânelerinde muhtelif usûllere yer verilmişti.
Tanbûrî Büyük Osman Bey, bu hâlin daha derli toplu hâle getirilmesine çalışmış, hakikaten bu çeşit eserlere yeni, sade ve güzel bir istikamet vermeye muvaffak olmuştur. Osman Bey’in peşrevleri gerek ses ve gerek usûl bakımından çok muvazeneli ve ölçülüdür. Çoğu Devrikebir usûlünde olan bu eserler, saz mûsikîsi repertuarımızın birer şaheseridir diyebiliriz.
Tanbûrî Büyük Osman Bey, eski peşrevlerimizi şiddetle tenkîd edermiş. Bunlar arasında, yalnız Gazi Giray’ın Hüzzam Peşrevi’ni fevkalâde beğenir, takdir eder ve bu peşrevden bahsedildiği zaman “Sehl-i mümtenidir, tanziri kabil değildir” dermiş.
Hattâ Hüzzam Âyin için bu makamdan devrikebir usûlünde bir peşrev bestelemesini rica edenlere “Gazi Giray’ın Hüzzam Peşrevi varken, ben o makamdan başka peşrev yapmaya teeddüb ederim.” diye özür dilermiş. Fakat, Galata Mevlevihânesi şeyhi Âtaullah Efendi’nin ısrarı ile, sık sık dinlediğimiz hüzzam peşrevini vücûda getirmiştir ki, eserleri içinde zoraki bir gayretle yaptığı ve diğerleri kadar muvaffak olamadığı eseri budur.
Santurî Ziya Bey’in Neyzen Aziz Dede‘den naklen verdiği bilgiye göre, Sultan II. Abdülhamid’in baskılı yıllarında, Veled Çelebi bir süre İstanbul’da ikamete zorlanmış ve bu sıralarda Kulekapısı Mevlevihânesi’nde oturmuştur. Burada dönemin mûsikîşinasları toplanır, âyin icra edilirmiş. Veled Çelebi, bir gün Osman Bey’e diğer eserlerine ek olarak; sûznâk, rast ve saba makamlarından birer peşrev bestelemesini rica etmiş.
Osman Bey de Benli Hasan Ağa‘nın rast, Tanbûrî Emin Ağa’nın sûznâk peşrevleri olduğu için, bağışlanmasını istemiş. Saba peşrevi için de, “Oğlum Aziz! Bir peşrev için aylarca, senelerce uğraşırdım fakat saba peşrevini, Hazret-i Pîr’in aşkiyle bir ayda tamamladım.” demiş.
Tanbûrî Büyük Osman Bey için, bir saz ve söz eseri bestekârı, özellikle peşrev bestekârıdır denebilir. Saz semailerinde peşrevleri kadar başarılı olmadığı kabul edilir. Zaten saz semaileri, babasının ve başka bestekârların peşrevleri için istek üzerine bestelenmiştir. Tanburî Büyük Osman Bey’in elimizde; on altı peşrev, onbir saz semaisi ve yirmi beş kadar şarkısı bulunmaktadır. Tâhir Aydoğdu