Hayâtı
Raûf Yektâ Bey, 27 Mart 1871 tarihinde İstanbul’un Aksaray semtinde dünyâya geldi.
Babası Ahmed Ârif Bey, kaptanıderya Ağa Hüseyin Paşa’nın torunu Hüseyin Hüsnü Bey’in soyundan gelir.
Annesi İkbal hanım’ın sülâlesi ise, Damad İbrâhim Paşa’ya kadar uzanır. İlk öğrenimine Simkeşhâne okulunda başladı. Sonra Mahmudiye Rüştiye’sine devam etti.
Burayı birincilikle bitirdikten sonra “Yüksek Lisan Mektebi” ne kaydoldu.
Bu dört yıllık okuldan üstün bir başarı ile ve çok iyi Fransızca öğrenerek mezun oldu. Bir yandan da özel dersler alarak Arapça ve Farsça’ya çalışıyor, “Tasavvuf”u inceliyordu.
Çok genç yaşından itibaren bu konularda derin bilgiler elde etmişti. Diger yandan ses fizigine merak ederek yakın akrabası ve o dönemin ünlü matematikçisi Salih Zeki Bey’den fizik ve matematik öğrenerek mûsıkînin bilimsel yönüne ilk adımını atmış oldu.
Durup dinlenmeden çalışıyor, her konuda bilgi toplayarak kültürünü zenginleştiriyordu. Boş zamanlarında hattat Nasuhî Efendi’den “Divanî” türü yazı yazmasını öğrendi. Asıl adı Mehmed Rauf iken, hocası “İcazet”ini alırken “Yekta” mahlasını eklemişti. 1888 yılında yani onyedi yaşinda Kulekapisi Mevlevihânesi şeyhi Ataullah Efendi’ye intisab etti.
Bu arada şeyhinin teşviki ile eski Arapça bir edvâr kitabını inceleyerek bilimsel çalışmalara başladı. Haftada bir gün de, Perşembe günleri , Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi Celâleddin Efendi’nin derslerine devam ediyordu. Bir gün Celâleddin Efendi’ye, Ataullah Efendi ile inceledikleri eserden ve bunun mahiyetinden söz etmişti. Bunun üzerine Celâleddin Efendi incelemekte olduğu başka bir kitabı gösterdi.
Böylece birbirinden habersiz olarak inceleme yapan bu iki din adamının çalışmalarının birleştirilmesine Rauf Yekta Bey neden olmuştu. Bundan sonra üçlü bir araştırma yoluyla bu gibi eserler tozlu raflardan indirilerek nazariyat çalışmalarında ilk adımlar atılmış oldu.
Diğer yandan İstanbul kütüphanelerini dolaşır, eski yazma eserleri tesbit eder, sahaflar çarşısında değerli yazma eserleri toplar, Avrupa’da yayınlanmış kitap ve dergileri getirterek yorulmak bilmez bir gayretle tetkik ederdi
Memuriyete ilk girişi 1883 yılına rastlar. Divan-i Humayűn Hariciye Kalemi mümeyyizliği’ne devam ederken babası öldü. Memuriyet hayâtını aynı yerde tamamlayarak Divan-ı Humayûn Beğlikçi Kalemi’nden 1922 yılında emekli oldu. Bundan sonra çalışmalarını bütünü ile mûsıkîmizin araştırılmasına yöneltti.
Darülelhan’ın kurucuları arasına girdi ve öğrenime açılışından itibaren “Türk Mûsıkîsi Nazariyatı ve tarihi” okuttu. Bu görevi Darülelhan’da Türk Mûsıkîsi’nin yasaklanma tarihi olan 1927 yılına kadar sürdü. Daha sonra bu öğretim kurumunda “Tertip ve Tasnif Heyeti”ne başkanlık etti.
Rauf Yekta Bey, “Tertip ve Tasnif heyeti” başkani iken 8 Ocak 1935 tarihinde, altmişbeş yaşinda Beylerbeyi’ndeki evinde vefat ederek Nakkaşbaba Mezarlığında toprağa verildi. Abdülbaki Gölpınarlı’nın onun ölümü üzerine söylediği tarih şiiri şudur:
Nây kırılsın, Tanbur âh ü efgun eylesin
Hazret-i Yekta Rauf’u aldı agûşa ebed
Bâkiyâ geldi dü çeşmimdem sirişk-i firkat
Kutb-i nâyi Ney gibi hâmuş oldu elmeded
Zeliha Hanım ‘la evlenen Rauf yekta Bey’in iki oğlu ile iki kızı dünyâya gelmiştir. Bestekâr ve neyzen Yavuz Yektay ise torunudur. Sözlü mûsıkîde hocası Zekâi Dede ile Bolahenk Nuri Bey’dir. Tanbur çalmasını Celâleddin Dede Efendi’den öğrendi.
Ney derslerini Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi ile Aziz Dede’den ögrenen Rauf Yekta Bey, büyü k bir neyzen olarak başinda sikke ile Yenikapi Mevlevihânesi’nde “Mutrib”e çıkarak âyin idare ederdi.
Mesud Cemil onun Ney icrasındaki ustalığına değinerek tavrının Hakkı ve Hilmi dedelere benzediğini belirttikten sonra “Gerçek Ney tavrının son temsilcisiydi” der ” diyor. Yurtiçi ve yurt dışında ünü yaygın, “Müzikolog” sıfatını hakkiyle elde Etmiş bir kimseydi.
Yine Mesud Cemil’e göre “İçinde bulunduğumuz yüzyılın başından beri eski Edvâr kitaplarının, skolastik musikî görüşlerinin dışında modern anlayışla muhafazakâr duyguyu bağdaştırarak Türk Mûsıkîsi’nin ilmi izah ve tahlillerini ilk yapan adamdı“.
Çok erken yaşlarda başlayan okuma aşki, kitap ve araştirma meraki, kendisini nadide eserleri toplamağa itmişti. Bunun sonucu olarak çok değerli ve kaliteli eserleri ihtiva eden bir kütüphâne meydana getirdi.
Mûsıkî sanatımıza ışık tutacak olan pek çok eser, bu kütüphânede bugün de önemini korumakta ve kendine uzanacak elleri beklemektedir. Bunların arasında özellikle otuz kadar yazma eserin çok önemli olduğu biliniyor.
Paris Konservatuvarı mûsıkî profesörlerinden Albert Lavignac’ın yönetiminde bir kurul tarafından yazılan ünlü “Encyclopedie de la Musique” in beşinci cildine, bir yıl boyunca inceleme yaparak yüz elli sayfalık “Türk Mûsıkîsi” bölümünü yazmıştır ki, bu yazı mûsıkî tarihimizin batılı anlamda ilk bilimsel araştırmasıdır.
Fransızca yazılan bu inceleme o zamanlar büyük bir hayranlıkla karşılanmış ve yayın kurulu üyelerinden Maurice Rolat, Rauf Yekta Bey’e şu satırları yazmiştir: “Műsıkî ile ilişkili olan bütün batılılar arasında gerçek bir keşif mahiyetini taşıyacak olan Türk Mûsıkîsi meselelerinden bu kadar ustaca (Majistral) bahsettiğinizden dolayı, ansiklopedi kurulu derin teşekkür ve kutlamalarını size iletilmesine beni görevlendirmiştir.”
Türkçeyi çok ustaca, yaşadığı dönemin anlayışı gereği bütün incelikleriyle kullanan bir yazardı. Gazete ve dergilere yazı yazmaya çok erken yıllarda, on yedi yaşında iken başladı. Eski dergi ve gazete kolleksiyonları karıştirilacak olursa Şehbal, Yeni Mecmua, Hâle, Nota, Ikdam, vb. yerli yayın organlarindan başka Revue Musicale, Monde Musicale gibi yabancı dergilerde sayısız inceleme ve araştırma yazıları yayinlanmıştır.
O da eski sanat anlayışının bir savunucusu olarak, Tanburi Cemil Bey‘in Tanbur icrasında yaptigi yeniliği kabul edememiş, Ikdam gazetesinde birkaç eleştiri yazısı yayınlamıştı. Bundan sonra bu iki sanatkâr arasında zaman zaman kırıcı olacak kadar ileri giden tartışmalar olmuştur. Bununla birlikte Cemil Bey’in sanatini çok takdir etmiş, onun ölümünden sonra “Tasvir-i Efkâr” gazetesinde kıymetbilir yazılar yazmıştı.
Mesud Cemil, Cemil Bey’in Bayâti araban taksimini dinlerken ağladığını hatıralarında anlatır. Rauf yekta Bey 1894 yılının temmuz ayında bir görevle Halep’e gitti. Yukarıda adı geçen ansiklopediye yazılan yazı yüzünden, başta Ziya Gökalp ve M. Fuad Köprülü olmak üzere ağır hücumlara uğradı.
Oysa Halk mûsıkîmizle ilgili araştırmalar yapmak prensibi zaten konservatuvarın programında vardı. 1920 yıllarından sonra gündeme gelen halk mûsıkîsi ve folklor araştırmaları bağlı olarak konu 1925 yılında ele alınmış, 1926 yılından itibaren Anadolu’da geniş bir folklor araştırması yapılmış, bin kadar halk mûsıkîsi parçası notaya alınmış, iki ciltlik bir eser halinde yayınlanmıştı.
1926 yılında Güneydoğu Anadolu ile Orta Anadolu’nun bir kısmını kapsayan araştırma grubuna katılarak bazı illerimizi dolaşan Rauf Yekta Bey’in bu kitabın önsözünde çok güzel bir inceleme yazısı vardır. O günlerin folklor anlayışını, Türk halk mûsıkîsi ile ilgili olarak yapılan çalışmaları ve yayınlanan yazıları bilimsel bir görüşle ve eleştirileriyle birlikte anlatmaya çalışmıştır.
8 Mart 1932 tarihinde Kahire’de düzenlenen mûsıkî kongresine Mesud Cemil ile birlikte katıldı. Kongrede yabancı delegelerle birinci planda yer almış, ortaya atılan müzikoloji sorunlarının kolayca üstesinden gelmiştir. Bu toplantıdaki izlenimleri Mesud Cemil şöyle özetliyor:
“. . . Türk Mûsıkîsi’nin ses sisteminin mahiyetini, en büyükleri dahil, bir türlü kavrayamayan müsteşriklere ve hepimize yirmi dörtlü tabii sistemi fizik ve matematik esaslariyla ilk öğreten odur. Ondan sonra gelenler sadece ilerletmişlerdir. “
Rauf Yekta Bey, bestekâr, sazende, müzikolog ve öğretmen olarak mûsıkîmizi sağlam temellere oturtmak, temelindeki matematiksel ve fiziksel dayanakları bulmak, bunları sanatseverlerin ve mûsıkîmizle uğraşanların Yararlanmasına sunmak, mûsıkîmizin yaygınlık kazanmasına çalışmak için bir insan ömrüne sığmayacak kadar çalışmış ve bildiğini yazmaktan usanmamıştır.
Darülelhan ve daha sonra İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın yayınladığı her eserde ve her satırda onun göz nuru vardır. Gerek resmi görevi dolayısıyla, gerek özel derslerle pek çok gencin yetişmesinde etken olmuştur.
O dönemde de, daha sonra da műsıkîmiz hakkında görüş ileri süren yazar ve düşünürlerimiz günün modasına uyarak sık sık görüş ve fikir değiştirdikleri halde fikir ve görüşlerinden asla taviz vermeyen, inandığı fikri sonuna kadar tek başına savunan adamdır.
Türk Mûsıkîsi’ne yapılan saldırıların en yoğun olduğu bu yıllarda bunları efendice, bilgince göğüslemiştir. Mûsıkî tarihimizde bu özellikte olan pek az insan vardır. Sözün kısası Rauf Yekta Bey, önder bir müzikoloğumuz olarak adından her zaman söz ettirecek büyük bir insandır.
Onun sanat anlayışını ve ileri görüşlülüğünü Mesud Cemil şöyle özetlemiş: “Sanat anlayışında ve umumiyetle dünyâ görüşünde bir taraftan eskiye o kadar bağlı olan Rauf Yekta Bey, daha sonraları ileri hamlelere ve yeni gelişmelere son derece taraftar ve müsamahalı bir ruh haletine geçmişti.”
Dinî ve dindışı olmak üzere sağlam, geleneklere ve kurallara bağlı, elli kadar mûsıkî eseri vardır. Özellikle saz mûsıkîmize zarif eserler hediye etmiştir. Rauf Yekta Bey mûsıkî eserlerinden çok mûsıkîmizle ilgili araştırmaları ve yaptıgı yayınlarla önemlidir.
“Şark Műsıkîsi Tarihi” adında bir denemesi, bitirilmemiş bir “Türk Mûsıkîsi Nazariyatı” kitabı vardır. “Esatiz-i Elhan” serisinden ancak Meragalı Abdülkadir, Dede Efendi ile Zekâi Dede‘yi yayınlayabilmiş, ne yazık ki malî nedenlerle devam edememiştir.
Daha pek çok incelemesinin müsvettelerinin kütüphanesinde beklediği biliniyor. Mûsıkî eserlerinin en önemlileri: Yegâh makâmında bir Mevlevî Âyini, beş peşrev, iki dinî eser, üç saz semaisi, beş beste, bir sengin semai, iki agir semai, bir Kâr, beş şarkı, beş marş. Musıkîmize büyük hizmetleri geçmiş bu değerli insani saygıyla ve rahmetle anıyoruz…
Hazırlayan: Tahir Aydoğdu
Kaynak: turkmusiki.com
Raûf Yektâ Bey belgeseli