Kanûnî Hacı Ârif Bey, 1862 yılında İstanbul’un Aksaray semtinde Hubyar mahallesinde dünyâya geldi. Yemiş iskelesi, Zindankapısı’nda mezarı bulunan Baba Cafer’in soyundandır.
İlkokuldan sonra orta öğrenimini Kocamustafapaşa Rüştiyesi’nde tamamladı ve on dokuz yaşında “Posta-Telgraf Nezareti Muhasebe Kalemi”nde memuriyete başladı.
Bu dairede on üç yıl çalıştıktan sonra 1895 yılında, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Yemen’e “Posta-Telgraf Müdürlüğü Başkâtip Muavinliği”ne atanarak, Yemen’in başkentinde olan Sana’ya gitti ve altı yıl sonra 1901 yılında İstanbul’a geri döndü.
Eski görevinde başkâtip olarak çalıştı. 1910 yılında tekrar Yemen’e gittiyse de İmam yahya isyan etmiş, çıkan karışıklıkta yanıbaşında bir bomba patlamış ve kayınbiraderi ölmüştü. Bunun üzerine “Nezaret”e başvurarak İstanbul’a tayin oldu.
Yüksek bir maaşla emekli olmak amacı ile üçüncü kez Yemen’e başkâtip olarak gittiğinde, İmam Yahya yine Osmanlı Devleti’ne isyan etmişti. Sonradan sadrazam olan İzzet Paşa’nın emri ile arapların tahrip ettiği telgraf hatlarını tamir etti, 1911 yılında Yemen’in Menaha şehrinde kolera hastalığından öldü ve orada toprağa verildi.
Yemen’e ilk gidişinde Mekke’ye uğrayarak “Hacı” olmuştu. Musıkî çalışmalarına memuriyetinin ilk yıllarında, aynı dairede çalışmakta olan Kanunî Sarı Talat bey’den ders alarak başladı. Daha önceleri başka sazları çalmayı da denemişti.
Kânun‘un Türk Musıkîsi’ne girmesine ve tutunmasına yardımı olan sanatkârlardandır. O zamanlar Kânun’da mandal olmadığı için mandalsız çalardı. Daha sonraları mandallı kânunlar ortaya çıktığı halde, bu türü hiç kullanmaz ve nefret ederdi.
Kânun icrasında gelmiş geçmiş sanatkârlar arasında önemli bir yeri vardır. Falsosuz ve akıcı bir üslûpla çalardı. Yemen’de bulunduğu yıllarda bir mûsıkî çevresinin oluşmasına yardımcı olmuş, kânundaki ustalığını ilerletmesi için bol bol zaman bulmuştu. Bunları o sıralarda Yemen’de bulunan Kemal Emin Bara‘nın anılarından öğreniyoruz. Bugün her Kânun çalanın yapmağa çalıştığı “fiskeli” icra şeklini ilk uygulayan Kanûnî Hacı Ârif Bey’dir.
Oğlu Zeki Ârif Ataergin‘in ifadesine göre mandallı kânunu da aynı ustalıkla çalar, “Mandallı Kânun yeni başlayanlar için kolay, sonrası güç. Mandalsız kânun başlangıçta güç sonrası kolay” dermiş.
Ömrünün büyük bir bölümünü Yemen’de geçirmesine rağmen, İstanbul’da bulunduğu yıllarda Zekâi Dede, Santurî Ethem Bey, Tanburî Cemil Bey, Bolahenk Nuri Bey, Hacı Faik Bey, Hacı Kirami Efendi, Yeniköylü Hasan Efendi, Lâmekâni Mustafa gibi tanınmış mûsıkîşinaslarla dostluk kurmuş, yararlanmıştı.
Halim Paşa’nın yalısına devam eder, hem musıkî toplantılarından hem de Paşa’nın değerli nota kolleksiyonundan yararlanırdı. Ayrıca şehzade Cemaleddin Efendi’ye ders verir, Hıdiv ailesinden Emine Hanım’ın Bebek’teki yalısında kadınlardan teşekkül eden saz heyetinde hocalık yapardı.
Kanûnî Hacı Ârif Bey çok öğrenci yetiştirdi. Bunlardan Âmâ Nazım Bey, Kânunî Tahsin Bey, Fethi, Salim, Selim ve Pepe Reşad sayılabilir. Bu sanatkârların bazıları musıkî tarihinde iz bırakmıştır. “Darü’l-Mûsıkî” cemiyetini kuranlardandır. Tanburi Cemil Bey ve Udî Nevres Bey‘le konserlere katılırdı.
Kanûnî Hacı Ârif Bey, bir bestekâr olarak her formda eser verdi. Mûsıkî repertuvarımızda; 5 Peşrev, 10 Saz Semaisi, 1 Sirto, 3 Beste, 2 Yürük Semai, 70 Şarkısı bulunuyor, ayrıca taksim plâkları da vardır. Ünlü bestekâr Zeki Ârif Ataergin, oğludur. Kaynak: Tâhir Aydoğdu