Fahri Kayahan

Fahri Kayahan, 1918 yılında Malatya’da dünyâya geldi. Babası Gaffar Ağa sülalesinden Mustafa Bey, annesi Şam Kadısı’nın kızı Şerife Hanım’dır.

Şerife Hanım ile Mustafa Bey’in Makbule ve Fahri adında bir kız bir erkek çocukları olur. Fahri Kayahan’ın kız kardeşi Makbule 11 yaşındayken ateşli bir hastalıktan ölür. Ailenin tek çocuğu olarak kalan Fahri büyük bir özenle yetiştirilir.

İlk, orta ve lise tahsilini Malatya’da tamamlar. Babasının Malatya’nın en büyük manifatura dükkanına sahip olması genç Fahri Kayahan’ı bu dükkanda çalışmaya mecbur eder.

Ancak O’nun gözü müziktedir… Bir enstruman çalmak, türkü söylemek ister hep. Fırsat buldukça dağda bayırda arkadaşlarıyla gramafon dinlemeye giderler.

Kendi yöresinin dışındaki müziklerle tanışması da bu dönemde başlar. İlk önceleri bağlamaya heves eder ve bir süre bağlama çalar. Daha sonra Karaköylü Reşat Dayı’dan tanbur dersleri alır. Fahri Kayahan’ın bizler için son derece karanlıklarla kaplı bu yılları O’nun sonraki yaşamında etkin rol oynayacaktır.

Kayahan’ın meslek yaşamındaki önemli olaylardan biri de bağlamayı bırakıp Tanbur çalmasıdır. Henüz ilk gençlik çağlarını yaşayan Malatya’lı Fahri, şehir merkezinde katıldığı bir şenlik sırasında Fahriye isminde genç ve güzel bir kızla tanışır.

Malatya’nın ileri gelen ailelerinden olan Hamikoğulları’ndan Hacı Ağa’nın kızı Fahriye ile 1933 yılında evlenir. Hacı Ağa’nın konağına iç güveyi giren Fahri, kısa zamanda bu konakta yapılan müzik toplantılarının tanınmış simaları arasına girmeyi başarır.

Konakta keman, piyano, ud, tanbur gibi enstrumanlar bulunmaktadır. Hacı Ağa keman çalmakta, damadı Fahri de ona tanburu ve sesi ile eşlik etmektedir. Bir süre sonra Fahriye Hanım hamile kalır ve 1934 yılında Suade adını verdikleri bir çocukları doğar. Fahriye ve Fahri Kayahan çifti mutluluk ve esenlik içinde yaşamlarını sürdürmektedirler.

Ancak 1936 yılının Ocak ayının son gününde Fahri Kayahan’ın daha sonraki yaşamında derin izler bırakacak o talihsiz olay yaşanır. Fahriye Hanım hayâtını kaybeder. Araştırmacı yazar Adnan ışık olayı anlatır. Fahri Kayahan eşini kaybetmenin derin acısına dayanamaz. Bu olay karşısında iki yaşındaki kızı ile annesi ve babasını da alarak Malatya’yl terkeder ve İstanbul’a gelir.

Kendisini İstanbul’un usta müzisyenlerinin ve bestekârlarının arasında bulur. Selahattin Pınar, Artaki Candan gibi ünlü isimlerle tanışır. O yıllarda İstanbul’un canlı müzik merkezleri konumunda olan Borsa Kıraathanesi’nde Belvü Çay Bahçesinde, tanburu ve sesiyle başarılı programlar yapar.

Fahri Kayahan besteleri

1937 yılında Almanya’ya giderek Polydor Plak firmasına yedi adet plak doldurur. İstanbul’un müzik yaşantısını kısa zamanda öğrendiği gibi yurt dışındaki müzik atmosferini de öğrenmiştir artık.

Yurda döndükten sonra Malatya’lı Fahri Kayahan adıyla ünlenecek onlarca plağa sesinin ve sazının nağmelerini kaydettirecektir. Yine pekçok besteye bu dönemde imzasını atar. Malatyalı Fahri’nin tüm yurdu saran şöhreti 1940’lı 50’li yıllarda hep sürecektir…

1937 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk‘ün huzurunda çalıp söyler. 1939 yılında bedelli kısa dönem askerlik görevini tamamlar. Fahri Kayahan Malatya’nın sayılı manifaturacılarından birinin oğlu olması sebebiyle daima şık ve temiz giyinen bir kişidir. Yaşamı boyunca hiç içki ve sigara kullanmadığı söylenir.

İIk evliliğinden yıllar sonra Sadiye Arcuman’la kısa bir evlilik daha yapmıştır. Yaşamı boyunca gerek iş ve sanat çevresinden, gerekse memleketinden pek çok arkadaşı ile muhabbette olmasına rağmen, o yalnız ve içine kapanık bir insandır.

1940’lı yılların yükselen değerlerinden biri de ses sanatkarlarının film çevirmesidir. Müzeyyen Senar ile Kerem ile Aslı, Suzan Yakar ile Saz ve Caz filmlerinde oyuncu olarak rol almıştır.

Bu filmlerde olduğu gibi bazı filmlerde yalnızca tanburu ve sesiyle film müzikleri yapmıştır. Bununla birlikte Fahri Kayahan’ın senaryolarını burada anmadan geçmemek gerekir. Çoğu Anadolu insanının yaşamından kesitleri içeren bu senaryoların bazıları filme çekilmiştir.

Tamamı 60 civarında olan senaryolarından bazıları şunlardır: Sarı Kordela, Şirvan ile Abuzer, Ezo Gelin, Bülbül, Öldüren Yumruk, Gümüş Kırbaç, Perçemli Aslan, Yıldızlardan Gelen Dilber, Sokak Rakkasesi…

Fahri Kayahan’ın ilk gençlik yıllarından itibaren gerek görüntüsüyle gerekse davranışlarıyla daima elitist bir hal sergilediğini yakınları söylemektedir. Böylesi bir yaşam tarzı O’nu devletin en üst düzeyindeki simalarla da buluşturmuş ve bu kişilerle uzun süreli birliktelikler yaşamıştır.

Bunlardan biri Atatürk‘le olan beraberliğidir. Sık sık Atatürk’ün huzurunda çalıp söylediği ve sohbet ettiği anlatılır. Bu türden yakınlaşmaların en yoğunu ise İnönü ailesiyle olmuştur. İstanbul’a geldikleri ilk günden itibaren İnönüler’in Kayahan Ailesi’ne himmetleri anımsanmayacak derecededir.

Fahri Kayahan’ın İsmet Paşa’yla ilişkileri hep sıcak bir zeminde gerçekleşmiştir. Askeri ve bürokrat çevreyle ilişkileri ise sürekli devam etmiştir. Bununla birlikte o dönemdeki (1940-60) kırsal kesimin müzik anlayışının farklı bir tarzla şehir ortamında Fahri Kayahan’la taş plaklara aktarıldığını görüyoruz.

Malatyalı Fahri’nin yukarıda aktardığımız üst düzeydeki (bilhassa yönetimdeki) kişilerle olan ilişkilerinin yanında, özellikle hemşehrisi ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri özel hayâtının en yoğun ve duygulu kısmını oluşturur.

Ahmet Fırat, Mehmet Kığılı, Asım Kurdal, Mahmut Hoşhanlı, Nazım Uzun Hekimoğlu, Şefik Kayahan, Ziya Soylu, Enver Bengü, Mustafa Kılıçaslan, Fâruk Diyarbakırlı, Çakır Ahmet ve Beşiktaşlı Arap Zeki en yakın dostlarıdır.

Dost meclislerindeki Fahri Kayahan sakin, duygulu, samimi kişiliğiyle tanınmıştır. İçki ve sigara kullanmayışı onun hiçbir zaman “aşırı” davranışlarda bulunmamasının sebebi olarak gösterilir. Ancak bu fazlasıyla hassas mizacı kendisine her zaman ağır faturalar çıkarmıştır. Bilhassa hayâtının son döneminde yaşadığı talihsiz olay karşısında dayanma gücünü yitirmiştir.

1969 yılının ilk yarısıdır. Kayahan o sıralar Galatasaray Kalyoncu Kulluk’ta Ömer İnönü’ye ait bir evde oturmaktadır. Bir gece akrabalarından Avni Kurtbilek’in evine misafir olarak gitmiştir. Gece yarısı eve döndüğünde evinin soyulduğunu görür. Bütün plakları, elbiseleri, kıymetli özel eşyaları, evinde ne varsa götürülmüştür. Olay karşısında şok geçiren Kayahan hastaneye kaldırılır.

Çilelerle ve sıkıntılarla dolu bir yaşamın ardından yaşanan bu olay karşısında vücudu ve gönlü dirençsiz kalmıştır. Yaklâşık bir ay hastanede yatar. Doktorların olağanüstü çabalarına rağmen kurtarılamayarak 22 Nisan 1969 Salı günü yaşama vedâ eder. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda defnedilmiştir.


Sene 1937

Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nın denize bakan balkonunda sabah kahvesini içiyor. Hava ılık, deniz buruşuksuz. Bu bahar sabahında boşluktaymış gibi hafif ve ferah hissediyor insan kendini. Yağız bir kayıkçı, kürekleri aheste aheste çekerek sarayın önünden geliyor. Bu bahar havası, içindeki aşk ve hasret hislerini kımıldatmış. Yanık yanık, hazin hazin bir şarkı okuyor:

Sarı kurdelem sarı
Dağlara saldım yari
Dağlar kurbanın olam
Tez gönder nazlı yari
Yandım hey vallah yandım esmerim
Ben esmeri badem ile fıstık ile beslerim

Kayıkçının gür sesi sarayın pencerelerine doğru perde perde, dalga dalga yayılıyor. Ve Atatürk bu melankolik melodinin tesirinden dakikalarca kurtulamıyor. O gece Safiye Ayla‘ya; Bu sabah diyor, balkonda kahve içerken bir sandalcının “Sarı kurdelem” diye tutturduğu şarkıyı dinledim, melodi çok hoşuma gitti. Ve bu şarkıyı o gece üç defa tekrar ettikten sonra Selahattin Pınar‘a soruyor:

– Bu şarkının bestekârı kimdir?
– Fahri adında bir genç paşam.
– O halde bestekârından da dinleyelim bu şarkıyı.

Fahri Kayahan anlatıyor: “1937 senesi idi. O tarihte Taksim Bahçesinde çalışıyordum. Gece seansımdan sonra Cağaloğlu’ndaki pansiyonuma dönmüştüm. Kapıya vurulan şiddetli darbelerle birden uyandım ve kim o? Diye seslendim. Sert bir ses cevap verdi. “Polis… Kapıyı aç.” Saate baktım 2.5. Gecenin bu saatinde polisin kapıma dayanmasını icap ettiren ne suç işlemiştim. Yoksa bir iftiraya mı kurban gidiyordum? Bir anda zihnimden birçok kötü ihtimaller geçmişti. Korku yüreğimi sardı. Kapıyı açtım. Bir polis: “Giyin benimle gel” dedi. Giyindim, polisi takip ettim. Israrla soruyordum:

Nereye götürüyorsunuz, suçum nedir benim? “Cinayet işlemişsin” diye cevap verdi polis, “vak’a yerinde tatbikat yapacağız.” Korktuğum başıma gelmişti. Demek bir iftiraya uğramıştım. Benim cinayetten falan haberim yok. iftira etmişler bana diye inledim. Polis, bir anda beni motisikletin sepetine attı ve gaza bastı. Artık ne etrafımı görebiliyor, ne de bir şey düşünebiliyordum. Motosiklet durduğu zaman polis elimden tutup yere aldı beni.

“Çok mu korktun?” diye sırtımı okşadı ve ilave etti: “Şaka yaptım. Haydi bakalım, doğru Atatürk’ün huzuruna, seni istemiş.” Hayırdır inşaallah. Baktım. Dolmabahçe Sarayı’nın önündeyim. Atatürk’ün huzuruna girdim ve iki eline sarılıp öptüm. Bana saz heyeti arasında yer gösterildi. Nubar Tekyay, Şükrü Tunar, Necâti Tokyay, Selahattin Pınar ve Safiye Ayla da oradadır. Masanın üzeri fındık, fıstık ve badem doludur.

“Haydi” diyor Atatük, “İşte fıstık, işte badem. Başla bakalım.” Kayahan, şarkısını “Ben esmeri badem ile fıstık ile beslerim” diye bitirince Ata mırıldanıyor. “Ben olsam kaymakla beslerim” Ve böylece kıymetli sanatkar o geceden itibaren O’nun mutad saz heyetine dahil oluyor. “Sarı Kordela bir zamanlar cezbe halinde kütleleri sarmıştı. Kaç plak satıldı Sarı Kurdele’den?” 210.000. Bizde hiçbir plağa nasip olmamış bir rekor bu.

Fahri Kayahan şarkıları

Fahri Bey’in 60 bestesinin plak satışı toplamı 1.400.350. Bir çok besteciyi imrendirecek bir rakam. Halbuki diyor, halk musikisini ilk defa sahneye getirirken tutunacağına kimse ihtimal vermiyordu.

“Çünkü 400 senelik maziye sahip klasik oluş bir musiki yanında cüce kalacak” diyorladı. Hulbuki halk kendi ruhuna daha yakın buldu bu musikiyi. Sarı Kurdele’nin ve diğerlerinin rekor satışları da buna pek güzel ispat. Fahri Bey’in birkaç cepheli bir faaliyeti var. Beste yapıyor, şarkı okuyor, senaryo yazıyor ve filmlerde rol alıyor.

“Hangi filmde oynadınız?” Müzeyyen Senar‘la “Kerem ile Aslı”da oynadık. Müziklerini de ben yapmıştım. “Saz ve Caz”ı da Suzan Yakar’la oynadık. “Halk şairlerinden en çok kimi seviyorsunuz?” Emrah‘ı. Bir kıtasını da Muhayyer makâmından besteledim.

Be hey ela gözlü koca dilber
Sen benim derdimden deva bilmezsin
Sen nasıl tabipsin yoktur ilacın
Bağrımda yaramı sarabilmezsin

“Sarı Kurdela’nın bir hikayesinden bahsederler?” Evet hazin bir aşk macerasıdır bu. Merhum eşimle mektep sıralarında sevişmiştik. Sarı Kordela takardı saçlarına. Hazin ve uzun bir macera. Ayağa kalktı, mevzu değiştirmek istiyordu. Beş yaşındaki şempanzesi Beybi ile şimdi yalnız yaşayan sanatkarı maymunu ve “hazin macera” sının hatıralarıyla başbaşa bıraktım. Kaynak: fenerciler.wordpress.com

Fahri Kayahan belgeseli

Bir yanıt yazın