Enfî Hasan Ağa’nın adı, değişik kaynaklarda Burnaz Hasan Çelebi olarak da geçer. Musiki tarihimizde bu isimlerle anılmasının nedeni; çok yakışıklı, gaga burunlu ve enfiye meraklısı olmasından ileri geldiğine inanılıyor.
Ailesi Mora adasından gelme olan Enfî Hasan Ağa, 1660-1670 yılları arasında İstanbul’un Kandilli semtinde dünyâya geldi ve sonra ailece Fındıklı’ya taşındılar. Hasan Ağa’nın hayâtının büyük bir bölümü bu semtte geçti.
Musikişinas bir ailenin çocuğu olduğu ve babasının da bu sanatla uğraştığı biliniyor. Musiki çalışmalarına ilk öğrenimi sırasında babasından ders alarak başladı. Çok genç yaşında sarayın dikkatini çekerek, pek çok istidatlı genç gibi, 1704 yılında Enderun’a alındı.
Enderun hocalarından musiki sanatının inceliklerini öğrenerek daha sonra aynı yerde hoca oldu. Sultan III. Ahmed’in hanendebaşılığına kadar yükseldikten sonra 1715 yılında emekliye ayrıldı. Böylece Enfî Hasan Ağa, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde “Lale Devri” denen bir dönemin ihtişamlı günlerini yaşamış oldu.
Bu yenileşme ve gelişme yıllarının getirdiği zevk ve sanat anlayışı içinde sanatını geliştirdi. Patrona Halil isyanının kanlı günlerini göremeden 1729 yılında öldü. Edirnekapı dışına defnedildi ise de, mezarı bilinmiyor. Enfi Hasan Ağa, döneminin başarılı bir tanburisi ve hanendesiydi. Asıl şöhretine Lale Devri’nde kavuştu. Özellikle Sultan III. Ahmed’in şehzadeleri için tertip ettiği sünnet düğünü, bu dönemin en renkli sayfalarından biridir.
Bu düğünde; bestekarımız bazı gün seksen, bazı gün yüz kişilik bir saz ve ses topluluğunu başarı ile yönetmiş, musiki tarihimizin belki de en büyük, en muhteşem toplu program örneğini vermişti. Düğünü en ince ayrıntısına kadar anlatan şair Seyyid Vehbi, bu konu üzerine yazdığı “Surname”sinde özetle şöyle anlatıyor:
“…Hanendebaşı Burnaz Hasan Çelebi marifetiyle tertip olunan hoş teran muganni ve hanende ve müntehap mutrib ve sazendelerden seksen miktarı birbirine demsaz rameşkiran, dikeş avaz taze şarkı ve nev-icad besteler ile meşk söz ve saz etmek için Hasbahçe’de Yalı Köşkü dervazesi dahilinde bir makam-ı mukayyide her gün basit daire-i encümen ve tarih teşhin kılındı…”
“Yani devrin güzide bir bestekarı ve hanendesi olan Burnaz Hasan Çelebi’nin emrinde, devrin tanınmış sazende ve hanendelerinden oluşan seksen kişilik bir musiki heyeti, her gün Yalı Köşkü’nde toplanarak düğünde icra edilecek eserleri meşke başlamıştı. Bu meşk edilen eserler özellikle Nedim’in, Vehbi’nin, Raşid’in bu düğün için hazırladıkları gazel ve şarkıların besteleri idi. Düğünün ilk üç günü muhtelif merasim ve eğlencelerle geçti.
Dördüncü günü güneş doğduktan bir saat sonra Okmeydanı’nda sünnet düğünü eğlenceleri, sadrazamın çadırında mükemmel bir saz faslı ile başladı. O sabah devlet ricalinden bazı davetliler sadrazam tarafından kabul edildi. Hanendebaşı Burnaz Hasan Çelebi idaresindeki seksen kişilik saz heyeti şarkılarına Nabi’nin;
Her nalede bir nahl-i güle kondu safadan
Her nağmede tebdil-i makam eyledi bülbül
dediği gibi, fasıldan fasıla geçilerek dinleyenleri hayran etti. İki saat kadar süren bu fasıl, Vehbi’nin yazdığı ve Burnaz Hasan Çelebi’nin bestelediği;
Yine alem şeref-i sur ile mesrur oldu
Gülelim oynayalım sur-i Hümayundur
şarkısı ile konsere nihayet verildi. Bu düğünün altıncı ve yedinci günleri de muhtelif eğlencelerle sürüyor, eğlenceleri muhteşem bir fasıl takip ediyordu. Hanendebaşı Burnaz Hasan Çelebi’nin riyasetinde ve bu sefer tam yüz kişilik güzide hanende ve seçilmiş sazendelerden mürekkep bir heyet, padişahın çadırı önünde ve bu düğün için bestelenen şarkıları ve gazelleri okuyup çaldılar. Bunu takip eden gece yine Vehbi ve Raşid’in şarkılarına yapılmış bestelerden mürekkep bir konser daha verdiler…”
Şeyhülislam Esad Efendi, Hasan Çelebi’yi bizzat dinlediğinden müzikalitesinin çok üstün olduğunu, tok bir sesinin bulunduğunu, uslub ve dilinin düzgünlüğünü, dinleyenleri kendisine hayran ettiğini belirtiyor. Şiirle de uğraşarak “Hulusi ve Hasan” mahlası ile şiirler söylemişse de bu yönü musikişinaslığı kadar önemli değildir. Ancak bütün XVIII. yüzyıl şair bestekarları gibi halk edebiyatı ve halk musikisi zevkine yakın eserler de vermiştir. Tasavvuf ve Divan edebiyatını incelemiş, tasavvufi şiirler de yazmıştır.
Birinci ve sonuncu dörtlüğünü sunduğumuz bir şiirinde kullanmış olduğu dilin sadeliği dikkat çekicidir;
Allah aşkına Allah’ı seven
Hem habibini can ile seven
Üveys’i seven bunları seven
Ulu sultandır Veysel Garani
Bu Hulus ister Tanrı’dan rahmet
Hem habibinden lutf u şefaat
Hem senden reca şeyhinden himmet
Ulu sultandır Veysel Garani
“…Razi tezkiresinde bazı şiirleri ve na’tları mevcuttur. Muhakkakki bestekarlıktaki kudret ve mahareti şiirlerinden çok üstündür. Oldukça eser besteleyen Enfî Hasan Ağa’nın, güfte mecmualarındaki dindışı eserlerinin sayısı iki yüzü aşkındır. Bilhassa şarkı şeklindeki eserlerinin güfte ve musikisi halk zevkine daha yakındır. Ayrıca zamanının oldukça iyi çalan tanburilerindendir…” Cevri, bu sazdaki ustalığını şu beyitlerle ne kadar güzel anlatmış;
Yad olunsa n’ola Seyyid Hasan-ı tanburi
Ki eder lutfuna anın dahi herkes inkar
Ele tanburunun alup guşını urdukça olur
Zahm-ı mızrabı ile perde-küşa-yı esrar
Eserlerinin sözlerinin çoğunlukla çağdaşı olan Nedim ile yakın arkadaşı Mahdumu’den seçmiştir. Mahdumi’nin “hece” kalıpları ile yazdığı şiirlerini daha çok kullanmıştır. Dini eserlerinin sözlerini de daha çok çoğunu Nizamoğlu Seyfullah, Yunus Emre ve Sezai’nin manzumelerinden seçmiş, çok duygulu ilahi ve duraklar bestelemiştir. Çargah makâmındaki durak’ı en tanınmış olanıdır.
Beste, semai, şarkı olarak klasik geleneklere bağlı, ihtişamlı eserler ortaya koymuştur. Saz eserleri bestekarlığı açısından da başarılı bir sanatkardır. Günümüze gelebilen yirmibeş kadar eserinden 1 durak, 1 peşrev, 11 beste, 2 ağır semai, 3 yürük semaisi en ünlü olanlarıdır. Kaynak: eksd.org.tr