Gerek Türk, gerekse Batı müziği Devlet konservatuarlarımız, her yıl yüzlerce mezun verir duruma geldi. Bu duruma sevinsek mi, üzülsek mi bir türlü karar veremez olduk.
Sevinsek yerinde, çünkü müzik sanatı uğraşanı sayımız giderek artıyor ve bu işin eğitimini almış kişi sayısı çoğalıyor. Üzülsek yerinde, çünkü T.R.T., Devlet Koroları kadroları dolu. Tek tük boşalan kadrolara da girme şansı ancak tepelerden sağlanan etki sayesinde yakalanabiliyor.
Bir yarıştır gidiyor her alanda. Müzik sanatımız açısından türlü yarış kulvarları var. Ama bu kulvarlar yüzme veya atletizm kulvarlarına hiç mi hiç benzemiyor.
T.R.T. Kurumu yıllarca “istisna akitli” (yani icra yaptığı program başına ücret ödenen) icracıları bünyesinde barındırdı. Bu istisna akitlilerin ana amacı kadroya dahil olabilmekti. Çünkü çok düşük ücretler ödeniyordu. Zaten hepsini de kadroya almanın olabilirliği görünmüyordu. Bu uygulamaya da son verildi.
Benzeri bir uygulama Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda “geçici işçi statüsünde icracılar” şeklinde uygulandı. Bu geçici işçilerin de ana amacı kadroya geçebilmek idi.
Bunun için aşındırmadıkları milletvekili kapısı bırakmadılar. Sonuçta bu uygulama da pasifleşti. Burada gerek istisna akitli, gerekse geçici işçi kadrosunda görev yapan yeni mezunlarımızda tabii ki bir kusur aramıyoruz. Sözün arasında bu geçici kadroların da yetersiz amaçlı kullanımlarına da tanık olunduğunu belirtmek gerekiyor.
Çünkü Ankara kültüründe yaşayan müzik uzmanları her şeyi zaten çok iyi bilmekteydiler. Biz de şunu çok iyi bilmekteyiz ki Taşra korolarındaki durum Ankara kültürü bakışından çok farklıdır… Bu şekilde gerçekleştirilmeye çalışılan çözümler, geçici işçi veya istisna akitli kadrolarda görev yapan icracıların torpil etkili baskıları sonucu yöneticileri yıldırmasıyla son buldu. Ve bu icracılar elde ettikleriyle yetinmeyip bindikleri dalı kesmiş oldular.
Gerçek sanat icracılığıyla, -türlü ilişkilerin etkilediği seçilme yarışında bir kurumda kadro sahibi olma açısından- başarıya yansıyan sanat arasındaki farkın yeterince dikkate alınmadığı görüşünün konservatuarlarımızdan yeni mezun veya mezun olacak sanatçı adaylarımız arasında tam bir kaos ve ümitsizlik oluşturduğu gözleniyor.
Ya bunların gelecek korkusunun müzik sanatımızda yarattığı güvensizlikten-çalışamamaktan kaynaklanan üretimsizlik ve konservatuar süresince öğrenilenlerin yok olması riskinin -belki de sonucunun- bedelini kim karşılayacak? Bu yeni mezunlara iyi niyetli yaklaşımlarla telkin edilen “İşinizin peşini bırakmayın” öğüdü ne derece etkili olabilir ki?
Dünyâ’nın önde gelen ve adeta klasik müziğin kalesi olarak nitelendirebileceğimiz ülkelerde(örn: Fransa) bile bir klasik müzik sanatçısının seslendirdiği CD’sinin yılda 500 adet satmasının başarı olarak addedildiği gerçeğini bilmek konservatuarlarımızdan mezun olan ümit dolu gençlerimizi ve ders içeriklerini nasıl yönlendirmemiz gerektiği konusunda ipuçları vermektedir.
Yani konservatuarlarımızda yaşanan diğer bir problem de öğretim programlarının öğrencinin geleceğine yönelik hazırlanmamasıdır. Bu konu öğrencinin mezun olduktan sonraki kendi kendini yetiştirmesine bırakılmakta ve sonuçta öğrencinin içsel sanat anlayışı çatışmasına sebeb olunmaktadır.
Bu arada konservatuar mezunlarına öğretmenlik hakkının bir verilip bir alınması, konunun kafalarda netleşmediğinin açık göstergesidir. Konuya bir de diğer yandan bakalım: Sözkonusu yeni mezun gençlerimizin mutlaka bir Devlet Müzik kurumunda çalışmaları gerekiyor mu?..
Konuya bakışımızı Devletimizin sanatçı istihdamı zorunluluğu gibi koşullanmadan sıyırarak madalyonunun öbür yüzüne kaydırırsak, durumun olumlu yansımalarını bu açıdan da görememekteyiz. İrdeliyecek olursak: Genel iş dünyâmızda da müziğin pazarı popüler müzikler yönünde ağır basıyor.
Özel sektörde faaliyet gösteren kurumlarımızın müzik toplulukları kurma şeklinde bir heves içinde oldukları gözlenmediği gibi Devletimiz tarafından bu kurumları yönlendirme anlamında yasal çalışmalar yapılmadığını bir yana bırakın böyle bir niyet bile gözlenmediğini rahatça söyleyebiliriz.
Devletimiz tarafından belli bir sayıdan fazla (ör:50 işçi) çalışan kişi istihdam eden özel sektör iş kurumlarımıza müzik topluluğu kurma zorunluluğunun yaptırımının da yasalarla düzenlenmediği görülüyor.
Türk müziği açısından önemli bir güç oluşturan ama birlikte hareket edememeleri yüzünden hiçbir etkileri hissedilmeyen ve sayıları 2000’i aşan Müzik derneklerimiz, ancak müziğe sevgi ile bakan amatörlerin -aidatları karşılığında- boş zamanlarını değerlendirme amacını tatmin edebiliyor.
Ayrıca Türk müziği, -belli bir kültürel düzeye gelmiş ülkelerde olduğu gibi- müziğe maddi yardımlarda bulunabilecek varlıklı kişiler tarafından desteklenmiyor… Görüldüğü gibi okulundan yeni mezun olmuş bir müzikçimizin çalışma alanı daraldıkça daralıyor. Üstelik meydanlarında müzik yaparak müzisyenin çalgısının kılıfına para atılması mümkün görünen kentlerimizin sayısı da üçü geçmiyor.
Bu nedenle –zabıta korkusu olmasa da- işporta müzisyenliği de çözüm gibi görünmüyor. Sonuçta konservatuar mezunlarımız açısından üzülme nedenlerimiz, sevinme nedenlerimizden kat be kat daha fazla. Mezuniyet aşamasına gelmiş her öğrencinin kafasından da şu soru hiç çıkmıyor:
“Ben geçimimi nasıl sağlayacağım?”…
Evet, mezun olan gençlerimiz geçimini nerede / nasıl sağlayacak? Kendimizce -ironik de olsa- çözüm yolları önerecek olursak bu gençlerimiz :
- Orta öğrenim kurumlarına öğretmen olacak (formasyon verilirse)
- Özel dersler verecek (sabır gücü varsa)
- Üniversitelerin müzik okullarında ders verecek (hocalarına kendini kanıtlamışsa )
- Müziğin bilimini yapacak (akademik bakış açısı verilmişse )
- Bar ve kokteyllerde fon müziği yapacak (gece alemini seviyor ve de “stilim bozulmaz” diyebiliyorsa)
- Bir Müslüman veya başka bir tarikatın temsilcisi olacak (inancı varsa)
- Stüdyo müzisyenliği yapacak (çalacak stüdyo bulursa)
- Yurt dışına gidecek (burs bulursa)
- Sokak müzisyenliği yapacak (alan bulursa)
- Kendi orkestrasını/topluluğunu kuracak (birleşebilirse) vs, vs, vs.
İkide bir mecburen Atatürkümüz’ün özdeyişine sığınıyoruz: “Her şey olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız” Konservatuar mezunu yanıtlıyor: “Evet olamıyoruz”…Sonra mezun bir daha soruyor: “Bizi kim sanatçı yapmak istemiyor?” İster sağ, ister sol her iktidar döneminde konservatuar mezunlarımızın sesleri kısılıyor. Çünkü On’lara değer verilmiyor.
Tüm anlattıklarımızın sonucunda olan taze müzik fidanlarımıza oluyor, Ve… Konservatuarlarımız içten içe eriyor. İçin için bir cümle taze yüreklerde yükseliyor: “Eyvah, konservatuardan mezun oluyorum…“
Kaynak: Dr. Ayhan Sarı – musikidergisi.com