Servet Yesâri Bey

Hayâtı

Servet Yesâri Bey, 1872 yılında İstanbul’da dünyâya gelmiştir. Hattat ve bestekâr Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin torunudur.

Galatasaray Lisesi’nden sonra devrin Hukuk Fakültesi olan Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne’den mezun olmuştur.

O dönemlerde vilâyetimiz olan ve şimdi Suriye sınırları içinde olan Şam savcı yardımcılığı ile göreve başlamıştır.

Selânik’te avukatlık yaptığı yıllarda, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmiş ve partinin önde gelenleri arasında yer almış, bir ara şimdi Yunanistan sınırları içinde olan Limni’nin ağır ceza reisi olmuştur.

Uzun yıllar Beyoğlu Üçüncü Noterliği’ni yapmış olan ve elimizde sadece iki eseri bulunmakta olan Servet Yesâri Bey, 1943 yılında vefat etmiştir.
Kaynak: devletkorosu.com

Osman Nûri Özpekel‘in Cumhuriyet Döneminde Klâsik Türk Musikisi yazısından:

Bir hâdise var can ile cânân arasında mısrâı ile başlayan meşhur Hisar Bûselik şarkının bestekârı Servet Yesâri Bey bir mektubunda şunları yazmaktadır: “Radyo Müdürü Sayın Vedat Nedim Tör’e açık mektup: Geçen akşam Mesud Cemil‘in koro heyeti, kadınlı erkekli Hüseyni faslı yaptılar. “Gönüller uğrusu bir yâr-i bî-amânım var” semâisini söylediler. Semâi bitince, bu eserin bestekârından medetler diledim, “Başını kaldır, gel de eserin ne hâle girmiş, nasıl çığırından çıkmış gör ” diye feryat ettim.

“Cefâna sabredemem, cevrine tahammül güç” mısrâını mûsiki dili ile söyleyen bestekâr mezarından kalkmalı da, Mesud Cemil’e hitâben, asıl şimdi “Terahhüm eyle a zalim, benim de canım var” çığlığını basmalı… Hüseyni faslı yapılırken, merhum Mahmud Celâleddin Paşa‘nın bestelediği Nedim‘in meşhur “Sevdiğim cemâlin çünkü göremem/Çıkmasın hayâlin dil-i şeydâdan” koşmasını söylediler. Paşa sağ olaydı da, bu eserin ne hâle geldiğini göreydi. O güzelin besteyi yaptığına bin kere pişman olurdu.

Bu terennümleri izâh eden ince birtakım nağmeler vardır ki bu nağmeler yutuluyor, nağmelerin düz kısımları da tahrif olunuyor. Koşmanın bestelendiği zamanlardan hâlâ sağ olanlar var. İşte Bimen Şen. O zannediyorum ki Mahmud Celâleddin Paşa‘nın bezmine bülbül gibi terennüm edenlerden biridir, o dinlesin. İşte Tanburi Dürri Bey… Bu gibi eserleri en doğru tespit eden bir yüksek musikişinas…

Dürri bey acaba bunları dinliyor mu? Dinliyorsa mutlaka her dinleyişte “Âzâdedeyim mürg-i dili ten kafesinden” mısrâını tekrarla terk-i câna minnet bilir. Bundan sekiz – on ay evvel yine bu heyet, Tanbûri Ali Efendi merhumun, o ilâhi adamın Nihâvend‘ten bestelediği “Bilmezdim özüm gamzeye meftûn imişim ben” semâîsini söylemişlerdi.

O vakit ben de kendi kendime “Ali Efendi Peygamber gibi adammış, bundan yetmiş sene evvel “Âtide Tanbûri Cemil gibi eşsiz bir virtüözün sulbünden Mesud Cemil gibi basit bir sazende gelecek, radyo icat olunacak, orada Mesud Cemil Tarafından koro heyeti diye bir heyet teşkil olunacak, birçok eski musiki eserine nüanslar verilecek, bu vehime ile hepsi gülünç bir hale konulacak…

“İşte hep bunları bir Peygamber gibi keşfetmiş de, “Âfetzede dil hasta ciğer-hûn imişim ben” mısrâını bu semâiyle bestelemiş. Zavallı Zekâi Dede merhum, yahut o büyük mûsiki allâmesinin kendi seviyesindeki oğlu muhterem Ahmet Efendi, hamdolsun sağ. Babasının eserlerini dinlese de, ne hâle geldiklerini duysa.

Mesud Cemil meydanı boş buldu, muttasıl bağırıyor. Şimdi ben ona diyorum ki, “Elinden geliyorsa yeni eserler yap ama Allah rızası için Hammamizade İsmail Dedeler’e, Şakir Ağa‘lara, Zeki Mehmed Ağa‘lara, Itri‘lere Tab’iler’e dokunma, o zavallıların ruhlarını incitme.

Elinden geliyorsa çalış da onlar gibi büyük eserler meydana getir, nüansları, diksiyonları, allegroları, andanteleri, furiosaları, velhasıl alafranganın pestten, tizden, ağırdan, yavaştan her türlü ânâtını, her şeklini onlarda dene. Eskileri rahat bırak. Ne yapalım ki, onlar bu gibi şeyleri düşünmemiş.

Hem bizi radyoda rahat bırak da, Tannhauser’in hacılar korosunu, Weber’in “Valse dâvet” nâmındaki o bî-misil eserini, Beethoven’in Pastoral’ini yahut ay aydınlığını, Lizst’i, Necib Aşkın heyetinde hem de allegroları, andanteleri, furıosoları. ve bütün musiki ânâtiyle rahat rahat dinleyelim… İşte bu kadar!. Belki bu yazılarıma karşı bir takım sesler yükselir…Varsın yükselsin… Ne yapayım ben de bunlara karşı Çamlıca’da, köşeciğimde “Ey dil ne bitmez bu âh u vâhın / Feryâd elinden baht-ı siyâhın”türküsünü söylerim. Büyük Hürmetler.
Servet Yesâri” – Kaynak: tarihtarih.com

Bir yanıt yazın