Hâfız Osman Efendi

Hayâtı

Hâfız Osman Efendi, 1840 yılında Musul’da dünyâya geldi. Bir yaşında iken annesini, daha sonra üvey annesinin zulmünden gözlerini yitirdi.

Genç yaşında yeni imkânlar aramak için İstanbul’a geldi.

Israrlı tabiatı, musikiye düşkünlüğü sebebi ile, o dönemin ünlü musiki ustalarından Hoca Zekâi Dede, Bolahenk Nuri Bey ve Hüseyin Fahreddin Dede’den musıki öğrendi.

Kısa sürede çok güzel Kur’an okuyan bir hâfız oldu. Aslen Arap olan Osman Efendi Türkçeyi de güzel konuşurdu.

Âma Ali Bey’den kanun dersleri aldı. Üstün bir zekâya sahipti ve olağanüstü duyarlılıkta bir kulağı vardı. Bir eseri bir kez dinlemekle eksiksiz öğrenirdi.

Tanıdığı bir kimseyi bir daha unutmaz, iyi domino oynar, camsız saatiyle zamanı şaşmaz bir şekilde tespit eder, bu özellikleriyle herkesle kolayca dostluk kurardı. O yılların sayılı mûsikişinasları ile düşe kalka dini ve din dışı mûsiki repertuvarını hayli genişletmişti.

Camilere hutbe ve dua okur, bir yerde söylediklerini bir başka camide tekrar etmezdi. Mevlid ve ilahi okumakta da tanınmıştı. Ayasofya Camii’nde Kur’an okurken büyük bir kalabalık dinlemeye gelir, okumaya pest perdelerden başlar, gittikçe oktavlara perde perde yükselir, sonra aynı şekilde başladığı perdeye dönerdi.

Onun hutbe okuduğu camiler dinleyicilerle dolup taşardı. Mevlevilik ve Nakşibendilik tarikâtlerine mensuptu. Mevlevi mûsikisini iyi bilir, tekkelerde âyin okurdu. Dini kültürü çok genişti ve Farsça bilirdi.

Çok tiz bir sesi vardı. Dindışı mûsikiyi de iyi bildiğinden, bütün bir ramazan ayı boyunca Fevziye Kıraathânesi’nde Kemani Memduh Efendi, Kanuni Şemsi Bey ve hânende Karakaş gibi sanatkârlarla fasla çıkardı.

Bir çok devlet adamını ve varlıklı kimseleri iyi tanıdığından konaklarda yapılan özel mûsiki toplantılarına katılır, bu toplantılarda hanende Hüsameddin Bey, Hoca Ziya Bey, Hâfız Şevki Bey, Tanburi Cemil Bey, Hâfız Osman Efendi ile mûsiki icra ederdi. Çok güçlü bir icrakârdı, usul ve makamdan asla şaşmaz, aynı ustalıkla kanun çalardı. Mûsikimizin nazari konularını Kâzım Uz‘dan öğrenmişti.

Son yıllarında Çenberlitaş’ta açmış olduğu kitapçı dükkanı, bir ticaret yeri olmaktan çok, tanınmış mûsikişinasların uğrak ve toplantı yeriydi. Aynı zamanda iyi şairdi, tarih düşürmekte çok ustaydı. Bazı eserlerinin sözlerini kendisi yazmıştır.

Ayasofya önünde isteyene mûsiki dersleri verirdi. Hâfız Osman Efendi’nin adı bazı menkıbelere de karışmıştır. Bir gün Yenikapı Mevlevihânesi şeyhi Abdülbâki Dede Efendi‘ye misafir olmuş.

O sırada şeyhe, dergâhın hareminden gelen bir kişi bir oğlunun olduğunu haber vermiş. Aynı zamanda Hâfız Osman Efendi 25 – 30 mısralık bir tarih şiirini irticalen okuyuvermiş. Bir gün de Sahip Molla rüyasında Hazreti Peygamber’le Osman Efendi’yi görmüş.

Bundan haberi olmayan Osman Efendi ile karşılaşınca bir şey söylemeye fırsat kalmadan, “Efendi çok mu gördün? Ben şu aciz lisanımla O’nun için yedi bin beyit söyledim” deyince Sahip Molla şaşakalmış.

Şişman, esmer tenli, gözleri kapalı, orta boylu bir kimse olan Osman Efendi, Bağdat Mevlevihânesi’ne şeyh olarak gönderilmiş, bir otomobil kazası sonucu 1920 yılında seksen yaşında iken Bağdat’da ölmüştür.

Bu geniş kültürlü ve sanatkâr insan mûsikimizin her türü ile uğraşarak az ve özlü eserler ortaya koymuştur. Hüseyni makâmında beslediği Mevlevi âyini, bir bölümü hariç unutulmuştur.

Saz eseri de bestelemiştir. Hüzzam makâmındaki “Neş’eyâb-ı lûtfun olsun bu ser-i şuridemiz” güfteli eseri gerçekten güzeldir. Mûsiki repertuvarımızda; on İlâhi, bir peşrev, altı şarkısı bulunuyor. Kaynak: eksd.org.tr

Bir yanıt yazın