Hayâtı
Bir zamanlar Hâfız Kemâl Gürses adında sanatçı bir din adamı vardı. Hem müzisyen hem mevlithandı. Sesi o kadar güzeldi ki, 20. yüzyılın başında İstanbul’da tam bir efsaneye dönüşmüştü.
Ben büyüklerimden duymuştum. Derlerdi ki: “O Süleymaniye Camii’nde mevlit okurken kuşlar susar, havuzun fıskiyelerindeki sular durur, çınarların yaprakları arasında gezinen rüzgâr hızını keser, bütün şehir onu dinlerdi.”
Fatihli, Sunusi Akyüz adında bir ilkokul öğretmenimiz vardı. Bir gramofonu vardı. O gramofonun kapağını sadece Hâfız Burhan‘la Hâfız Kemâl Gürses’in eserlerini çalmak için açardı.
Ölümünün üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen, bazı evlerde, o büyük müzisyenin taş plakları mücevher gibi saklanırdı. Sonra nedense ansızın unutuldu.
Bundan iki yıl önce Kalan Müzik’in patronu Hasan Saltık, “Hâfız Kemâl’in bütün eserlerini bulduk” dedi. İnanamadım. Gerçi, 1930’larda plaklara kaydedilmiş eserlerinin başta Cemal Ünlü koleksiyonu olmak üzere, bazı özel koleksiyonlarda olduğunu biliyordum ama hiç kimsede bunların tamamı yoktu.
Hasan Saltık, kişisel koleksiyonlardan topladıkları plaklarla bir albüm yapmayı planladıklarını ama ailesini bulamadıkları için telif meselesinde sorun çıkacağını düşünerek vazgeçtiklerini söylemişti. Saltık, “Kızları, babalarının eserlerinden albüm oluşturulması için yıllardır çaba sarf ediyorlarmış ama kimse yüzüne bakmamış bunların” dedi.
Cemal Ünlü’nün gayretleriyle, Hâfız Kemâl Gürses’in çocukları Müeyyet Güney, Velice Bilge, Ayten Gürses ve Yıldız Demirel’e, torunu Oya Yağız’a ulaşmışlar sonunda. Saltık, Hâfız Kemâl Bey gibi unutulmuş bir müzik adamına fazla bir ilginin olmayacağını düşündüğünden, “Aileye ulaştığımızda en büyük korkumuz yüksek bir telif ücreti istemeleriydi” dedi.
Ama eve gittiklerinde tamamen farklı bir manzarayla karşılaşmışlar. Hâfız Kemâl’in kızı Velice Hanım, kahveler, lokumlar ikram ettiği misafirlerine ezile büzüle, “Biz babamızın eserlerinden bir albüm yaptırmak istiyoruz ama fazla paramız yok. Emekli ikramiyelerimizden biriktirdiğimiz üç beş kuruşumuz var. Size bu tasarrufumuzu verelim, yeter ki babamızın sesi bu ülkenin üstünde dolaşmaya devam etsin” demiş.
Ne diyeceklerini şaşırmışlardı: “Her şeyi hazırlamışlardı. Babalarının fotoğrafları, kişisel eşyaları, birkaç eksiğiyle tüm plakları önümüzde duruyordu. Aldık, teşekkür ettik ve ayrıldık. Birkaç gün sonra telif ücretini bir zarfın içinde gönderdim. Tesadüf o gün Hâfız Kemâl Bey’in ölüm yıldönümüymüş. Ve evde mevlit okutuyorlarmış.
Bizim arkadaş mevlit bitince zarfı uzatmış. Açmışlar. Velice Hanım, gözyaşları içinde diğer kardeşlerine dönüp, “Bakın babamız bizi hâlâ düşünüyor. Bu dünyâyı terk ettiği gün hepimize bir hediye gönderdi” demiş. İşte şimdi, ardında büyük eserler bırakan bu efsanevi sanatçının hayâtına yolculuk yapacağız.
Hâfız Kemâl Gürses, 1884 yılında İstanbul Fatih’te Şehremini semti Tatlıkuyu Mahallesi’nde doğdu. Babası aynı zamanda deri ticaretiyle de uğraşan saraç Mehmet Agah Bey, annesi ise köklü bir İstanbullu ailenin kızı olan Feride Hanım’dı. Hâfız Kemâl Gürses, üç kardeşin en büyüğü olarak dünyâya geldi. İlk eğitimini Baki Ali Paşa Mahalle Mektebi’nde aldı. Kuran hıfzına yani Hâfızlık eğitimine de o yıllarda başladı.
İlkokulu bitirince Fatih Merkez Rüştiyesi’ne (ortaokula) ve ardından Vefa İdadisi’ne (lisesine) devam etti. Babası tıp eğitimi almasını istiyordu. Ama Hâfız Kemâl din eğitimini tercih etti. Arapça, Farsça öğrenirken bir yandan da müzik dersleri aldı. Babasının isteğini yerine getiren ise küçük kardeşi Vasıf Bey oldu ve tıp fakültesini bitirerek kadın doğum uzmanı diplomasını aldı.
Yıllar sonra iki kardeş Çanakkale Savaşı’na birlikte katıldı. Vasıf Bey cephe gerisindeki sahra hastanesinde hizmet verirken, Hâfız Kemâl Gürses tabur imamı olarak ön saflardaydı. Kolundan yaralanıp, gazi oldu. Bu savaşı ve cephelerde kaybettiği arkadaşlarını hiçbir zaman unutmayan Hâfız, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra her yıl mart ayında Çanakkale’ye giderek şehitler için mevlit ve Kuran okudu.
Kızı Velice Hanım, babasını ilk kez Çanakkale’ye Atatürk‘ün gönderdiğini söylüyor. Hâfız Kemâl Gürses, ilk evliliğini Hacı Kadri Efendi’nin kızı Şükriye Hanım’la yaptı. Bu evlilikten Müeyyet Güney ve Naciye Melahat isimli iki kızı oldu. Müeyyet Hanım, hálá hayâtta. İlk eşini genç yaşta kaybedince Müjgan Hanım’la evlendi.
Bu evlilikten de üç kızı oldu: Velice Bilge, Ayten Gürses ve Yıldız Demirel. Kemâl Bey, müzik eğitimini dönemin en yetkin hocalarından aldı. Ama ilk hocası yine bir din adamıydı. Kasımpaşa’daki Küçük Piyale Paşa Camii imamı Cemal Efendi, ona müziği sevdirdi.
Daha sonra Besteniğar Ziya Bey, Muallim Kâzım Uz ve Hacı Kirami Efendi gibi önemli müzisyenlerden dersler aldı. Hâfız Kemâl, önceleri din dışı müzikle pek uğraşmadı. Ama sonraki yıllarda gazele ve şarkıya da yöneldi. Hâfız Sami ve Hâfız Osman gibi büyük üstatlardan sonra en sevilen Hâfız olarak 20. yüzyıla damgasını vurdu.
İlk görev yeri Tophane Camii’ydi. Daha sonra da Nüzhetiye Camii baş müezzinliğine atandı. Bir sonraki görev yeri olan Süleymaniye Camii’nde ölene kadar kaldı. Zaten, Süleymaniye ilk kurulduğundan bu yana memleketin en iyi imam ve müezzinlerinin görev yeri olmuştu.
Columbia’nın plakları şöhretin kapısını açtı
Bir yandan din adamı olarak çalışırken diğer yandan müzikle de yakından ilgilenmeye başladı. İstanbul Radyosu’nun ilk kurulduğu yıllardan itibaren yakın arkadaşı Hâfız Sâdettin Kaynak ile birlikte yayınlara katıldı, Darül Elhan Heyeti üyeliğinde de bulundu.
Darül Elhan tasnif heyetinin notaya aldığı klasik repertuvarı plaklara okuması da bu yıllara rastladı. Hâfız Kemâl ve Sâdettin Kaynak’a şöhretin kapılarını, Columbia firması için yaptıkları 78 devirli taş plak kayıtları açtı.
Bu plakları doldurmak için, 1928 yılında yanına saz heyetini alarak Almanya’nın yolunu tuttu. Kısa zamanda on bine yakın satış rakamına ulaştı. Ülkenin o zamanki nüfusunu düşünürsek, evinde gramofon olan hemen herkesin bu plaktan almış olduğunu anlarız. Columbia’nın mor etiketle yayınladığı 30 ve 27 santimlik plaklara gazeller, şarkılar ve 5 plaktan oluşan mevlit okudu, Sâdettin Kaynak ile bir dizi eserin kaydını yaptı.
Hâfız Kemâl Bey, geleneksel fasıl icrası anlayışıyla yapılan kayıtlarda, şarkıların yanında türküler de okudu. Darül Elhan plakları dışında, Columbia, Odeon ve Sahibinin Sesi firmaları için de 80 eserden oluşan toplam 40 plak kaydı gerçekleştirdi.
Ölümünden önce Sahibinin Sesi firması için yaptığı plaklara türküler ve zeybek havaları da okudu. Columbia firmasının yayınladığı mevlit plakları Hâfız Kemâl’in ölümsüzleşmesini sağlayan eserlerdi. Büyük yankı uyandıran bu plakların etiketinde Hâfız, “memleketimizin Medar-ı İftiharı Mevlithan-ı Şehir” olarak tanıtılmıştı.
Biri Paris, biri Atina’da iki kere sahneye çıktı
İki istisna hariç sahneye çıkması için yapılan tüm teklifleri hep geri çevirdi. Sadece 1930 yılında Paris’e, 1931 yılında ise Atina’ya gittiğinde sahneye çıktı. Atina’ya gidişinin öyküsü de çok ilginçti. 1931 yılında Yunanistan Cumhurbaşkanı Venizelos, bir Türk kültür heyetini Atina’ya davet etmiş, Başbakan İsmet İnönü de Türkiye’yi temsil edecek bir grup sanatçıyı seçerek Yunanistan’a göndermişti.
Klasik Yunan Müziği’nde de gazel formuna çok benzeyen ve “Amane” adı verilen bir tür vardı. Ankara’daki Yunan Elçisi, İnönü hükümetine başvurarak heyette Hâfız Kemâl’in bulunmasını da istemişti. Hâfız Kemâl Bey’in Atina’da verdiği dört konser sırasında salonlar hıncahınç doldu, konserlerin bitiminde Türk müzik grubu dakikalarca ayakta alkışlandı.
Hâfız Kemâl’in öyle camiden eve, evden camiye giden bir din adamı olmadığını anlamışsınızdır. Sosyal hayâtı çok seven, okumaya önem veren, entelektüel bir din ve müzik adamıydı. 1927 yılında kütüphanecilik kurslarına gitmiş, Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalışmıştı. Okul yıllarında güreş yapmış, yüzme takımında en başarılı sporcu olmuştu.
Her yıl Kırkpınar güreşlerini izler ve ölmüş pehlivanlar için her yıl Selimiye Camii’nde düzenlenen mevlidi kendisi okurdu. Bu yerinde duramayan cemiyet adamının en büyük merakı ise okçuluktu. İstanbul Ok Spor Kulübü’nün kurucuları arasındaydı ve okçuluktan çok sayıda madalya kazanmıştı.
Atatürk de onun hayranlarındandı
Atatürk de Hâfız Kemâl Bey’in hayranlarından biriydi. Kızı Velice Hanım anlatıyor: “Atatürk çağırırmış. Babam da giderdi. Çok zevkli ve şık bir adamdı. Atatürk’e giderken en iyilerini giyerdi. Dolmabahçe’de sofradan kalkar başka bir mekana geçerlermiş. Babamı sofraya oturtmazmış.
Babam geldiğinde alır başka bir odaya geçerlermiş. “Oku bana” dermiş. Babam da döndüğünde Atatürk için dermiş ki: “Kuran’ı bu kadar güzel tefsir edeni ben görmedim. O kadar güzel Arapçası var.” Hâfız Kemâl Bey’e Gürses soyadını da Atatürk vermiş.”
Velice Hanım, babasının mevlit okurken farklı, gazel ve şarkı söylerken farklı bir adam olduğunu anlatıyor: “Mevlit olduğunda biz de giderdik dinlemeye. Baştan sona o okurdu. Hiç sevmediği şey; biri yarısını okusun, başkası sonrasını. Okurken yüzü hiç değişmezdi. Eğilmez, bükülmez.
Talebelerine de hep ayna tutar, yüzlerini gösterirdi. Yüzü değişen olunca sinirlenirdi. “Yüzünüze bakın” derdi. Gözlerini kaparlar, sıkarlar kendilerini; hiç onları istemezdi. ” Talebelerin Türkçesi bozuktu. Babamın çok iyi Arapçası, Farsçası vardı. Ve çok güzel de Türkçe’ye sahipti.”
Kızlarına müzik eğitimi aldıran hâfız
Hâfız Kemâl Bey, kızlarına da müzik eğitimi aldırmış. Velice Hanım’a özel hocalar tutmuş. Velice’nin sesi çok güzelmiş. Bir gün onu alıp Beyoğlu’ndaki Odeon Stüdyoları’na götürüp plak bile doldurmuş. Haftanın bir günü İstanbul’un en seçkin müzisyenleri Hâfız Kemâl Gürses’in evinde toplanırdı. Aralarında Ali Rıza Şengel, Tahsin Karakuş, Nuri Halil Poyraz, Sâdettin Kaynak, Selahattin Pınar, Sadi Işılay, Kemâl Batanay, Sadi Hoşses, Hâfız Burhan Sesyılmaz gibi isimlerin bulunduğu heyet gece yarılarına kadar meşk ederdi.
Kalp rahatsızlığı nedeniyle Süleymaniye’deki evinde bir yıl boyunca hasta yatan büyük sanatçı, 9 Ağustos 1939 tarihinde vefat etti. Mezarı Edirnekapı’da büyük divan şairi Baki’nin hemen yanındadır.
Kaynak: Ersin Kalkan – kalan.com