Giriftzen Âsım Bey, 1851 yılında Teselya’da dünyâya geldi. klasik Türk müziğinde nefesli sazlar arasında yer alan ney‘in bir çeşit cinsi olan “Girift” üflemekte devrinin en başarılı icracısıdır. Muhzirbaşızade Ali Efendi’nin oğludur.
Musiki çalışmalarına 14 yaşında Yenişehir Mevlevihanesi’nde başladı. Neyzen Yusuf Paşa’nın talebelerinden Neyzen Hasan ve Salim beylerden dersler aldı. İzmir’de Askeri Hesap Memuru olarak çalışırken Mülazım rütbesiyle subay oldu.
1872 yılında İstanbul’a döndükten sonra Sultan Abdülaziz tarafından kurulan İstanbul İtfaiye Teşkilatına yüzbaşı rütbesi ile girdi. 1877 – 1878 Osmanlı-Rus savaşına Bölük Kumandanı görevi ile katıldı. Savaş sonra İstanbul’daki görevinin başına döndü ve bu sefer binbaşı rütbesi ile İstanbul itfaiye kumandanı oldu.
Bu dönemlerde musikide kazandığı başarı ve şöhreti gittikçe büyüdü. Bu sırada devrin ünlü kişileriyle tanışıp dostluklar kurdu. Ayân Azası Mûşir Fuat Paşa ile musiki alanında fikir ve bilgi alışverişinde bulundu. Bu yaklaşım ile sarsılmaz dostluk bağları örüldü.
II. Abdülhamid’e Ayân azası Mûşir Fuat Paşa hakkında bazı ihbar ve şikayetler gönderilmesi Mûşir Fuat Paşa’nın sürgüne edilmesine yol açtı. Giriftzen Âsım Bey’e bu sürgün edilenlerin arasında yer aldı ve 1883 yılında Amasya’ya sürgün edildi.
Giriftzen Âsım Bey, Amasya’ya sürgün edilmesinin şokunu atlatır atlatmaz, kendine yakın hissettiği kişilerle yakın dostluklar kurdu. Geçici ikamet ettiği çiftliğine hemen hemen her gün kırk elli kadar misafir kabul eder, musiki talimleri yapardı. Musikişinas ailelerle görüşmelerini sıklaştırdı ve nihayetinde “Amasya Musiki Cemiyeti” adı altında çalışmalarına hız kazandırdı ve çok sayıda müzisyen yetiştirdi.
Bu sırada eşi vefat etti. Giriftzen Âsım Bey, Amasyalı dostlarının yardımlarıyla Lütfiye Hanım ile evlendirildi. 1908 yılına kadar Amasya’da kaldı. Meşrutiyetin ilanı ile İstanbul’a döndü ve eski görev yeri olan İstanbul İtfaiye Kumandanlığı’na bu sefer Albay rütbesi ile başladı.
Emekli olana kadar İstanbul’da kalan Giriftzen Âsım Bey, emekli olur olmaz Amasya’ya yerleşmek üzere geri döndü. Bu geri dönüşün asıl sebebi, “Amasyalıların sıcak kanlı ve samimi olduklarını, musiki ve dostluklara önem verdikleri” sebep olarak gösterilmişti.
Amasya’da musiki çalışmalarını sürdüren Giriftzen Âsım Bey, 1916 yılında kendi evinde daha sonra “Amasya Musiki Cemiyeti” adını alacak olan topluluğu bir araya getirdi. Amasya Musiki Cemiyeti’nin fahri başkanlığını yaptı.
Cemiyet kurucularından Udi Hulüsi Bey’in (Tiryaki) başkanlık yaptığı toplulukta; Nısfıye Dede Sami, Âmâ Mehmet, Udi Tahsildar Mustafa Efendi, Karavaiz İsmail Efendi, Alişan Efendi, Nişan Efendi. Hanendelerden Çuhacıoğlu Terzi Sabri, Hafız Memduh, Topuzubüyük Mustafa görev aldılar.
Giriftzen Âsım Bey toplam olarak yirmi yıldan fazla kaldığı Amasya’da bir çok talebe yetiştirdi. Kanun çalmayı ve musikinin bütün usullerini öğrettiği talebeleri arasında İsmail Safa Olcay’ı İstanbul’a gidişinde beraberinde götürdü.
Zamanın en tanınmış musikişinaslarından Vitali ve Artaki Candan ile tanıştırdı ve bunlardan ders almasını temin etti. Zamanımıza saz ve söz eserlerinden kırk üçünün notası ulaşmıştır. Giriftzen Âsım Bey, sadece Türk Sanat Müziği eserlerine beste yapmakla kalmadı.
Milli Mücadelenin zaferle tamamlanmasının ardından kabul edilen ve Mehmet Akif tarafından yazılan İstiklâl Marşı’na beste yapmıştı. Bugün okunmayan besteler arasında yer almaktadır. 1924 yılında Amasya’ya ziyarette bulunan Reis-i Cumhur Mustafa Kemal ve eşi Lâtife Hanım’ın misafir edildikleri Belediye Konağında Türk San’at Musikisi’nden güzel örnekleri sunmuşlardı.
Bu özel konser sonunda Paşa ve eşi Lâtife Hanım’ın büyük takdirlerini gördü. Bir ara ziyaret için gittiği İstanbul’da hastalandı. 26 Şubat 1929 tariginde vefat etti. Merkez Efendi Mezarlığına defnedildi. Üstadın, Amasya’daki özel eşyalarından girifti, bugün Amasya Müzesi’nde, piyanosu ise Amasya Lisesi Müzesi’ndedir. Amasya’daki diğer eşyalarının âkıbeti bilinmemektedir.
Çaldığı saza nispetle Giriftzen lakabıyla anılan Âsım Bey, musikimizin kazandırdığı birbirinden güzel ve halka mal olmuş eserleri ile daima aranan sevilen ve eskimeyen sanatkarlardandır.
Âsım Bey, 1851 yılında Tesalya Yenişehrinde doğmuştur. Muhzırbaşızadelerden Ali Efendinin oğludur. Asım Bey kendi sanat hayâtının başlangıcına dair şunları söylemiştir. “14 yaşında idim. Yenişehir Mevlevihanesine gider gelir Musiki dinlemek ve ayin seyretmekten zevk duyardım.
Günün birinde bende onların arasına karışıp ayin ve naat okumaya başladım. Sesimin güzel olduğunu söylerlerdi. Orada Yusuf Paşa’nın çırağı Hasan Dede’den Ney Dersi almaya başladım.Üçüncü ay ayinde Şeyh: “Taksimi Âsım’a bırakın!” diye emir verdi. Ondan sonra bazen çaldım, bazen okudum”
Âsım Bey genç bir istidat ve kabiliyet olarak Yenişehir Mevlevihanesi Şeyhi Şair Nazif Efendinin teveccühünü kazanmış ondan Mesnevi okumuştur. Ayrıca adını bildirmediği Farisi Hocasından da Gülüstan okumuş bu suretle -Kendi kelimeleri ile söyleyeyim – “Birkaçsene tahsili kemalata hizmet etmiştir.”
Bundan sonra Âsım Bey’i İstanbul’da görüyoruz. Askerlik çağı gelince İzmir’de Kumandan olan dayısı Miralay İbrâhim Bey’in yanına gitmiş mülazımlığa kadar terfi etmiş ve 1876 Muharebesine iştirak etmiştir. Macar Fontu Ziçni Paşa tarafından ilk itfaiye teşkilatı yapıldığı zaman Âsım Bey’de rütbesi ile buraya alınmıştır. Bestekarımız o günlere dair olan hatıralarında diyor ki:
“Önce tulumbacılıktır diye kabul etmek istemedim. Amirlerim ısrar ettiler. Kabul ettim. Sonra İstanbul’a irfan ve tahsil şevki tarak alemlerine kavuştum. Burada uzun müddet itfaiyeye hizmet ettim. En son Üsküdar’da binbaşı idim.” Musiki’de kazandığı başarı ve şöhretten dolayı zamanın büyükler ile tanışmış olan Âsım Bey, bu arada eski Ayan Azasından Fuat Paşa ile münasebet peyda etmiş fakat Paşa’nın Abdülhamit tarafından sürülmesi üzerine o da Amasya’ya gönderilmiş ve 25 sene kadar orada kalmıştır.
Amasya ve civarında musiki zevk ve hevesinin uyanmasına sebep olan Âsım Bey orada senelerce bir idealist gibi musiki öğretimi ile meşgul olmuş ve birçok çıraklar yetiştirmiştir. Âsım Bey ilk zevcesinin ölümü üzerine Amasya’da ikinci bir izdivaç yapmış, her iki zevcesinden 24 çocuğu olmuştur. Şimdi bunlardan 8 tanesi hayâttadır.
Evlatlarının başta rahmetli Bestekar ve Musiki şinas Musa Süreyya olmak üzere 7 tanesi musiki ve sahne sanatkarı olarak yetişmiştir. Üstad Ruşen KAM O’na dair olan hatıralarında diyor ki “Âsım Bey yaşlılığına rağmen dinçliğini yatağa düşünceye kadar muhafaza etmiştir. Onun Laleli yokuşunu sarsan hızlı ve sert adımlarla inişini apartman merdivenlerini bir solukta çıkışını iyi hatırlarım.”
Âsım Bey, 1929 Şubat’ının 26. günü vefat etmiş Merkez Efendi Mezarlığına gönderilmiştir. Onun melodileri çok zengin ve renklidir. Çeşitli ritimler içine dökmüş olduğu bu melodilerle vücuda getirdiği şarkılarda kendine mahsus bir incelik ve zerafet bir şuhluk derhal hissedilir.
Giriftzen Âsım Bey şarkılarını zorluk çekmeden çabuk bestelermiş. Bir gün Sultanlardan birinin sarayına gitmiş. Kafes arkasından kendisini dinleyen sultan Âsım Bey, siz derhal şarkı yapabilir misiniz? Bana şuracıkta bir şarkı yapıversenize deyince genç sanatkar orada şu güfteyi yazmış ve Rast makâmında besteleyerek okumaya başlamıştır:
Serta kadem ey pembe ten
Mecburun oldum işte ben
Lütfeyle gel ey gül beden
Virane gönlüm eyle şen
Büyük Atatürk daha Selânik’te çocuk iken onun Uşşak makâmında ki bir şarkısını duymuş, çok sevmiş ve okumasını öğrenmişti. Yıllarca sonra Çankaya Köşkünde Yalova’da bu güzel şarkıyı kıymetli ses ve saz sanatkarlarına çaldırır, söyletir, kendiside onlara iştirak ederdi. Atatürk’ün bazı yakın arkadaşları bu şarkı onun ilk aşklarında biri ile münasebettardır derler. Sözleri şöyledir :
Cânâ rakîbi handân edersin
Ben bi-nevayı giryan edersin
Biganelerle ünsiyet etme
Bana cihanı zindan edersin.
Bugünkü dile çevrilişi: Ey sevgili, rakiplerimi güldürüp beni ağlatıyorsun. Nolur, yabancılarla düşüp kalkma; böyle yapınca, bana dünyâyı zindan ediyorsun. Kaynak: amasya.bel.tr