Hayâtı
Kânun sanatçısı Vecihe Daryal, 9 Nisan 1914 tarihinde İstanbul’un Beylerbeyi semtinde dünyâya gelmiştir. Abdülmecid Efendi ile Şahende Hanım’ın yedi çocuğundan biridir.
İlkokul çağına kadar bu kültürlü ve mûsiki sanatına düşkün aile ortamında yetişen sanatkâr, yedi yaşında iken aile dostları olan ve evlerine sık sık gelen bestekâr Şevki Bey‘in yeğeni Nazire Hanım’dan kanun dersleri almaya başlamıştır.
Nazire Hanım bir gelişinde evdeki kanunu gördüğünü, “Niçin çocuğa öğretmiyorsunuz?” dediğini ve bunun üzerine iki yıl boyunca ders aldığını hatıralarında anlatmıştır. İki yıl sonra Nazire Hanım “Ben küçüğe elimden geleni yaptım, bu kadar yetiştirebildim. Şimdi onu daha usta ellere teslim etmek gerek.” diyerek dersleri bırakmış.
Darülelhan’ın santur öğretmenlerinden komşuları Nevsal Hanım’ın aracılığı ile, on yaşında Vecihe Mecid adı ve 129 numara ile Darülelhan’a koydolmuştur. Buradaki hocası Muazzez (Yurcu) Hanım’mış.
O sıralarda müdür olan Ziya Bey de, küçük Vecihe ile bizzat ilgilenmiş. Öğrenimini; Musa Süreyya Bey, Yusuf Ziya Bey (Demircioğlu) ve Selahaddin Candan zamanında da sürdürmüştür.
Rauf Yekta Bey‘den Türk Mûsikisi nazariyatı ve mûsiki tarihi, Ahmet Irsoy‘dan usûl, İsmail Hakkı Bey‘den nota ve fasıl mûsikisi, Sedat Öztoprak ile Reşad Erer’den saz eserleri öğrenmiştir. Armoni ve kontrpuan hocası da Edgar Manas’tı. Ali Ekrem Bolayır’dan edebiyat bilgisini ilerletmiştir.
Darülelhan kapatılarak, konservatuar adı altında yeniden açıldıktan ve Türk Mûsikisi öğrenimine son verildikten sonra, Mehmed Ekrem Bey’in müdürlüğü ve Musa Süreyya Bey‘in öğretmenliği sırasında, 29 Aralık 1926 tarihinde mezun olmuştur.
Böylece “Kız Muallim Mektebi”ni bitirmiş ve diplomasını almıştır. Bundan sonra aynı yerde üç yıl boyunca, Madam Heze ile Edgar Manas’tan piano dersi almıştır. Muhiddin Sadak’tan solfej, Ekrem Besim Tektaş’tan Batı Mûsikisi Tarihi, Cemal Reşid Bey’den armoni öğrenmiştir.
İlk İstanbul Radyosu, 1928 yılında Eyüp’ten Beyoğlu’ndaki Büyük Postane’ye taşındıktan sonra, Vecihe Daryal da “dâimi sanatkâr” olarak kadroya alınmıştır. O yıllar için Mesud Cemil, “Ben, Rûşen Ferit Kam ve bir de çocuk denecek yaşta Vecihe’den ibaret bir sanatkâr yoksulluğu içindeydik.” demiştir.
Vecihe Daryal ise, “Mesud Cemil ve Ruşen Kam gibi hocalarım benim nâçizane çalışmalarıma tahammül ederek aralarına aldılar. O günden bugüne kadar her ikisinin aşıladığı güzel tavırları muhafaza ederek bugünkü halimi buldum.” şeklinde alçak gönüllü bir ifade kullanmıştır.
Bu çalışmalar, o yılların imkânsızlıkları içinde, büyük sıkıntılarla yürütülmüştür. İlk evliliği sırasında kısa bir süre için radyodan ayrıldı ise de, sonra eski görevine geri dönmüştür. Bir çok tanınmış sanatkâr gibi, 1938 yılında Ankara Radyosu’na girmiştir. Bu tarihten 1953 yılına kadar; icrakâr öğretmen, koro şefi ve repertuar kurulu üyesi olarak çalışmıştır.
1953 yılında İstanbul’a yerleşen Vecihe Daryal, İstanbul Radyosu’nda ve Belediye Konservatuarı İcrâ Heyeti’nde görev almış, 1966 yılında tekrar Ankara radyosuna nakledilmiştir. Böylece aralıksız kırk dört yıl yorucu çalışmalar yapmış, resmi konserlere katılmış, sınav jürilerinde bulunmuş ve 1956 yılında Kıbrıs’a gitmiştir.
Uzun zamandan beri şeker hastalığından rahatsız olan Vecihe Daryal, 12 Kasım 1970 Perşembe günü görevi başında hastalanarak hastane kaldırılmış, girdiği şeker komasından çıkamamış ve aynı gece hayâta gözlerini yummuştur. Ertesi gün Ankara Radyosu’nda, 14 Kasım 1970 günü İstanbul Radyosu’nda düzenlenen törenlerden sonra, Merkezefendi Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
Vecihe Daryal, Türk Mûsikisi içinde yetişmiş olan en kudretli kanunilerdendi. Bu sazı olağanüstü bir müzikalite ve kendine özgü estetik ölçüler içinde çalardı. Kusursuz bir refakat duygusuna sahipti. Yeni yetişen saz sanatkârlarına her zaman “Sadece ses sanatkârlarına değil, saz arkadaşlarınıza da refakat edeceksiniz.” diye öğüt verirdi.
İcrâcılığındaki ustalığı gibi, son derece güçlü bir ritim duygusu vardı. Her gün programdan saatlerce önce radyo evine gelir, bir stüdyoya girerek sazının akordu ile uğraşır, kusursuz bir akorddan sonra yayına girerdi.
Vecihe Daryal’ın katıldığı bir programda ritm aksaması gibi bir durum düşünülemez, sanki her sazı avucunun içine alır, bir metronom gibi programı toparlardı. Yerinde ve kararınca tremololu ve glisendosuz mızrabı teller üzerinde âdeta uçuşurdu.
Yumuşak mızrabı, tellerin üzerinde dolaşan zarif elleri, mandalların indirilip kaldırılmasındaki ustalığı, izleyenlerin göz estetiğini okşar, hayranlık uyandırırdı. Çok alçak gönüllü, herkesin yardımına koşan ve sınava girenlere yardımcı olarak onların heyecanlarını yatıştıran şefkâtli bir insandı.
Bütün bunlara rağmen, bir amatörlük duygusu ile hareket eder, her türlü icrâya bu düşünce ile katılırdı. Babası hakkında yazmış olduğu, “Türk Mûsikisi”ni biraz öğrendikten sonra, bugüne kadar kelimenin tam mânasıyle hayranı olduğum Aziz Vecihe’yi eğer Cemil de tanısaydı, bu hayranlık belki de benden daha ileride olacaktı.
Ben Cemil’in oğlu olduğum kadar, Vecihe de onun halis kızıdır. Bu küçük kitap kızkardeşime armağan olsun” diyen Mesud Cemil, onun kanun icrası için “Metal bir zemin üzerine düşen billur damlalarıdır.” derdi.
Vecihe Daryal’a göre kanunu orta derece çalmak diye bir şey yok, ya mükemmel çalmak ya da hiç çalmamak vardı. Bir gazete röportajında, “Kanun‘un ne demek olduğunu senelerce önce Nazire Hanım’dan öğrendim.” diyor. İşte bu düşünüş ve anlayış içerisinde yetişmiş olduğu içindir ki, kanun icrâcıları arasında bu virtüoziteye yükselebilmiştir.
Çok okuyan, çok çalışan, yüksek edebiyat bilgisi olan, öğrendiğini unutmayan, en ufak bir belgeyi saklayan bir yaratılışta olan Vecihe Daryal, elli yıllık sanat hayâtında titiz bir koleksiyoncu olarak eser ve belge toplamıştı. Pek çok nadide saz ve sözlü eseri kolleksiyonuna katmış, bunların en doğrularını notaya almıştı.
Çok güçlü nota bilgisinden dolayı, dinlediği eserleri icrâ edilirken not tutar gibi dikte ederdi. Bu koleksiyon, T.R.T. Müzik Dairesi Başkanlığı tarafından ölümünden sonra satın alınmıştır. Kırk dört yıllık radyo hayâtının en az otuz yılını Mesud Cemil, Ruşen Kam, Cevdet Kozanoğlu gibi ustaların arasında geçirmiştir.
Saygı ve sevgi görmüş, sanatı takdir edilmiştir. Kendi ifadesinde de belirttiği gibi, bu beraberlik ve sanat anlayışı sayesinde, icrâsı eşsiz bir uslûb kazanmıştır. Yılların akışı içinde mûsiki anlayışındaki ve yönetim kadrosundaki değişiklikleri ve her anlayışı hoşgörü ile karşılamıştır. Hocalarını kastederek, “Beni onlardan sonraya bırakma.” diye Allah’a yalvarışı, kısmen kabul olmuştur.
Bestekârlıkla yakından uğraşmayan sanatkârın, nişaburek makâmında çok güzel bir şarkısı ile bir saz eseri biliniyor. Bu büyük ve değerli sanatkâr, ömrü boyunca maddi sıkıntı içinde yaşamıştır. 31 Mart 1964 tarihli “Yeni Sabah” gazetesinde, Salih Hanım ile yapmış olduğu bir konuşmada, üç yüz elli liralık telefon borcunu ödeyemediği için, telefon hattının kesildiğini söylemiştir. Kaynak: eksd.org.tr