Niyâzi Sayın, 1927 yılında, İstanbul Üsküdar’da, açık Türbe denilen Doğancılar semtindeki ahşap eski bir Türk evinde dünyâya gelmiştir. Burada bir müddet oturduktan sonra, Doğancılar’daki şimdi artık pek bulunamayan, ahşap iki katlı kendi evlerine taşınmıştır.
Babası Rumeli dediğimiz Resne, annesi de yine aynı beldeden Manastır’da dünyâya gelmişlerdir. Ağabeyi ve ablası ise, Neyzen Niyâzi Sayın gibi İstanbul’da dünyâya gelmiştir.
İlk ve orta okulları, Üsküdar Paşakapı’da, liseyi, Haydarpaşa ve Beyoğlu’nda okumuştur. İkinci Cihan Harbi ve yoksullukların önde olduğu bir devirde, tahsilini tamamlamak nasip olmamıştır.
Askerliğini eğitim alayında yaptığı devirde, İstanbul Belediyesi Konservatuarı’na devam etmiştir. Okul sıralarında, çeşitli spor dallarında başarıları olmuştur. Babası, aileden gelen müzik terbiyesiyle, Neyzen Niyâzi Sayın’ı genç yaşında müziğe yönlendirmiştir.
Okul sıralarında, ağız mızıkası ve armonika çalması, batı müziğine olan düşkünlüğü ve aynı zamanda manevi inancı münasebetiyle, cami mûsikîsini öğrenmek için, gençliğine rağmen bu yoldaki çalışması fazla olmuştur. Özellikle Haydar Paşa Lisesi’nde okuduğu yıllarda, çok iyi ağız armonikası çalmaktaydı. Esasen en başarılı olduğu dersler arasında; edebiyat, müzik ve spor başı çekmektedir.
Daha o yıllarda güzel sanatlardaki kabiliyeti, kendini derslerinde belli etmiştir. Hatta bir dönem Fenerbahçe genç takım seçmelerini en ön sırada kazanmış ve bir süre bu takımda futbol oynamıştır. Plastik sanatlara da çok büyük ilgisi ve yeteneği bulunan Neyzen Niyâzi Sayın’ın, küçüklüğünden beri en büyük zevklerinden biri de, mahalleden bazı arkadaşlarıyla birlikte resim ve ağaçları oyarak küçük heykelcikler yapmaktır.
Babasının İstanbul kültürü içindeki yaşayışı ve bilhassa Tanburi Cemil Bey‘e olan sevgisi neticesi olacak ki; evlerinde bazı zamanlar, evlatlarını borulu gramofonun etrafına toplar, çocuklarından birisi plağı yerine koyar, diğeri gramofon zemberek kolunu kurar, Neyzen Niyâzi Sayın’a da iğnesinin takılması kalırmış.
Neyzen Niyâzi Sayın’ın bu günlere gelmiş olmasını sağlayan güzelliklerin başında, gramofondan dinlediği Tanburi Cemil Bey’in taksimleri çok önemli bir yer tutmuştur. O günün atmosferi içinde gerek evlerden, gerekse Camilerden ve bilhassa Minarelerden gelen sedalar da, kendilerini bu günlere getiren güzellikler arasındadır.
1947 yılında, semtlerinin Camiinde, bir ikindi ezanı, Neyzen Niyâzi Sayın’ı, kimin okuduğunu öğrenmek için Cami kapısına götürmüş. Oradan çıkanlar içerisinde mahallenin büyüklerinden, Mustafa Düzgünman ile karşılaşmış. Ezanın kimin tarafından okunduğunu sormuş, bu durum Mustafa Düzgünman’ın çok hoşuna gitmiş.
Cevap olarak, kendisinin okuduğunu söylemiş ve ilaveten “Eğer istersen gel bizim evde, dini eser meşk ediyoruz” demiş. Bilahare oraya devam etmeye başlamış ve hocasının en çalışkan talebelerinden olmuştur. O kapı, Neyzen Niyâzi Sayın’a mûsikî aleminin açılmış olduğu ilk ciddi kapı olmuştur.
Dini ve tasavvufi eserleri geçerken, bu eserlerde ifadesini bulan duyuş ve düşünüş tarzı ilgisini çekmeye başlamış, güftelerin anlamını çözmeye çalışırken, kendini tasavvufun içinde buluvermiştir. Daima kendisinin velinimeti olarak gördüğü, rahmetli hocası Mustafa Düzgünman, Neyzen Niyâzi Sayın’a istidadının doğrultusunda çok yardım etmiş ve mensup olduğu diğer sanatlar da önder olmuştur.
Aralarındaki yakınlık ve bilhassa, mesleği olan aktarlık sebebi ile, o manevi insanların buluştuğu aktar dükkanındaki güzel sohbetlerden aldığı feyzlerde, hocasının tesirinin çok önemli olduğunu söylemeyi bir borç bilmiştir. Her nedense ney sazına olan sevgisinin nereden geldiği hala bilememektedir.
Bir ney almak ve öğrenmek istiyordu. Üsküdar’ın kıymetli ailelerinden olan ve Üsküdar Mûsikî Cemiyeti neyzenlerinden Emin Bey’den bir ney almaları için rica eder. Beraberce Beyazit Çadırcılar’da Osman Dede’ye giderler, on lira mukabilinde bir sipürde ney alırlar. Neyzen Niyâzi Sayın, o günün tarihini, hayâtının en önemli günlerinden biri olduğu için hiç unutmamıştır. 4 Mart 1948.
İlk olarak, Yenikapı Mevlevî-hânesi Şeyhi Abdülbaki Dede‘nin oğlu Neyzen Gavsi Baykara‘dan iki ders almıştır. Bu günler içerisinde hayâtının unutamayacağı büyüklerinden, Hezâr-fen (bin fen sahibi) Hattat Necmeddin Okyay, Neyzen Niyâzi Sayın’ı alır, Resim Heykel Müzesi müdürü ve Güzel Sanatlar Akademisi resim hocalarından Neyzen Halil Dikmen’e götürür.
Kendileri, Neyzen Emin Dede’nin talebesi, Türkiye’nin en büyük neyzenidirler. Neyzen Niyâzi Sayın bundan habersizdir. Kendisini, Necmeddin Hoca ona teslim eder. Neyzen Niyâzi Sayın artık aynı zamanda Güzel Sanatlar Akademisinin en büyük hocalarından birinin de talebesidir.
İlk dersin tarihi 21 Ocak 1949 günüdür. Her Perşembe günü on beş yıl, hocasından ney ve ahlâk dersi alır. “Bir daha böyle bir hocanın bulunacağını tahmin etmiyorum”, şeklindeki ifadesi de Neyzen Halil Dikmen’in büyüklüğünü açıkça ortaya koymaktadır. “Bir gün hocamdan ders almak için müzeye geliyordum. Bahçede, hocadan ders alan akademi talebelerinden Cemal’e rastladım. Hatırını sordum, bana şöyle dedi:
“Niyâzi; ben artık hocadan ders almayacağım. Çünkü onun yaptıklarını neyde yapmaya imkan yok. Ama şunu bil ki, yine Hoca’ya geleceğim. Ney dersi almak için değil, ahlâk dersi almak için.” şeklindeki ifadesi hiç aklımdan çıkmaz.”
Bu ifadesi de Neyzen Halil Dikmen’in kıymetini açıkça ortaya koymaktadır. Kıymetli Hocası Mustafa Düzgünman’dan ilâhîlerin yanı sıra, ebru, cilt ve fotoğrafçılığı öğrendiği gibi, tespih koleksiyonu yapmayı ve tespihin her türlü değerini de yine ondan öğrenmiştir. Bilâhare (daha sonra) tespihe olan merakı münasebetiyle, altı ay kadar bir müddet Edirnekapı’da Galip Usta’dan tespih yapmasını öğrenmiştir..
Neye olan sonsuz öğrenme arzusu yanında, hocası Neyzen Halil Dikmen’den resim dersi almaya başlamıştır. Bu günler içerisinde yine Hoca’sının arzusu ile, ki daha evvel de bahsedildiği gibi konservatuara devam ettiği söylenebilir.
1950 senelerinde, Üsküdar Mûsikî Cemiyeti ile ve Neyzen Süleyman Erguner (Dede Süleyman Erguner) ile İstanbul Radyosu’nda saz eserleri icra ediyorlardı. Yapmış olduğu soloların bir neticesi olarak, Prof. Dr. Nevzat Atlığ Bey’in arzuları ile İstanbul Radyosu Müzik Yayınları’nda vazife almıştır. O devrin kıymetli hocalarının bulunduğu yıllarda ve devamında radyo muhitinden çok feyz almış olduğu söylenebilir.
1954 yılından 1956 yılına kadar bu vazifede bulunmuştur. Aynı zamanda radyo müzik neşriyatına da iştirak ediyordu. 1956 yılından 1969 yılına kadar, Münir Nureddin Selçuk‘un arzusu ile İstanbul Belediyesi Konservatuarı icra heyetinde vazife almıştır. Bu vazifeden sonra, o devirde yeni kurulan İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarı’nda Öğretim Görevlisi ve Nefesli Sazlar Ana Bilim Dalı Başkanı olarak vazife almıştır.
1980 yılında, Amerika’nın Seaatle Üniversitesi’nde bir yıl kadar, bir devrede arkadaşı Tanbûrî Necdet Yaşar ile Türk Mûsikîsi eğitimi yapmış bulunmaktadırlar. Aynı zamanda; İngiltere, Almanya ve Fransa gibi memleketlerde de çeşitli zamanlarda konserler vererek mûsikîmizin ciddi ve asil olan güzelliklerini tanıtma saadetine kavuşmuşlardır. Amerika’da bulunduğu zaman içerisinde, Seattle Public’te iki de ebru sergisi açmıştır.
Gerçek bir sanatçı olan Neyzen Niyâzi Sayın; ebrudan fotoğrafa, tespihçilikten sedef kakmacılığına, elektronikten tornacılığa, balıkçılıktan gülcülüğe, ağaç işlerinden kuşçuluğa kadar yoğun bir ilgi yelpazesi içinde yoğrulmuş, günümüzün ender şahsiyetlerinden biridir. Bu bakımdan evini gerçek bir sanat atölyesi olarak kullanmaktadır.
Her biri tek başına bir insan ömrünü doldurmaya yetecek olan, o kadar sanat ve zanaatta üstâd olan Neyzen Niyâzi Sayın, sanatta bir yere gelebilmek için bütün yan sanatlarla ilgilenmeyi şart olarak görmektedir. Ama her şeyden evvel, ahlak.
Çok sevdiği Mesud Cemil Bey‘in Tanburi Cemil Bey hakkındaki “Babamın ahlakı, sanatından üstündür.” sözünü hatırlatarak, sanatta gayenin cemiyete ahlaklı insanlar yetiştirmek olduğunu, her fırsatta ifade eden Neyzen Niyâzi Sayın’a göre de: “Üstün ahlaka sahip olmayanlar, sanatta başarılı olamazlar.“
Sırası ile; Mustafa Düzgünman, Şeyh Hayrullah Efendi, Mızıkalı Muhiddin Efendi, Zekâî Dede‘nin talebesi Kadırgalı Hüseyin Fahrettin Efendi, Hafız Ali Efendi, Kadıköylü Vahit Bey, Emin Ongan, Şefik Gürmeriç ve bilhassa Mesud Cemil Bey gibi hocalardan feyz almış olduğu söylenebilir.
Neyzen Halil Dikmen hocasının, başta ney olmak üzere, her hal ile kendisine olan yardımlarını, hiçbir zaman unutamamaktadır. Bir köklü ekol olan ney tavrının, kendileri son mümessilleridir.
Tanburi Cemil Üstad’a olan sevgisi ve onun elinde olan plaklarından ve oğlu Mesud Cemil Bey‘in göstermiş olduğu yoldan bilhassa istifade etmiş olduğunu söylemeyi her zaman bir borç bilmiştir. Neyinde, gerek Hocası Neyzen Halil Dikmen’in ve gerekse Tanburi Cemil Bey‘in yollarını ve sanat anlayışlarını birleştirmek yegane arzusu idi.
“Elli üç yıllık sanat hayâtım içinde her ikisinin tevhidi ile ortaya bir şeyler koymuş isem, kendimi bahtiyar addederim.” Şeklindeki ifadesiyle, sevgi ve saygısını dile getirmektedir. Neyzen Niyâzi Sayın’ın ney icrasında, yeni kalıplar ve pozisyonlarla bir dönüm noktası teşkil ettiği, bu manada geleneği kendi içinde yenilediği ortak kanaattir. Neyde, bir “Neyzen Niyâzi Sayın öncesi” ve “Neyzen Niyâzi Sayın sonrası”ndan söz etmek gerekir.
Bazı pozisyonların ve baskı şekillerinin eksikliği dolayısıyla, eskiden Kürdîlihicâzkâr, Şedd-i-arabân ve Nihâvend gibi makamlarla taksim bile yapılamazken, bugün çoğu Niyâzi Bey’in talebesi olan genç neyzenler, onun açtığı yolda mucizevi başarılar göstermektedirler.
Perdeleri büyük bir titizlikle kullanması, nefes hakimiyeti ve benzersiz legatosuyla, mûsikî tarihinde seçkin bir yer edinen Neyzen Niyâzi Sayın, ney açarken 26’lı birim sistemine ilaveten, kullandığı kaydırma sistemi ile de, gelecek kuşaklara örnek bir liderlik ve ekol sergilemektedir. Kaynak: neyzen.com