Tasavvuf musikisi ve Mevlevilik deyince, Şeyh Gâlip Dede’yi yada diğer namıyla Gâlip Dede’yi hatırlamamak mümkün değil. İstanbul’da yaşadığım için ne zaman yolum Beyoğlu İstiklâl caddesine düşse, Galata kulesine inen yokuşun başındaki, Şeyh Gâlip Dede’nin türbesine fâtiha okumadan geçemem.
Hattâ, zamanım varsa içeri dergâha kadar girerim. Bir rüya âlemi içindeymişçesine bahçede ve Mevlevihanede dolaşırken, yüzyıldan beri bu mekâna sinmiş ney ve kudüm seslerini duyar gibi olurum. Şeyh Gâlip Dede’yi de yine psikolog Güngör Özyiğit’in kaleminden okuyalım. Allah ondan da razı olsun, ne kadar güzel yazmış:
Güzelliğe tâlip Şeyh Gâlip Dede
Divan edebiyatının son büyük şairi olan Şeyh Gâlip Dede, on sekizinci yüzyılda, şiir alanında “söz sultanı” olduğunu çevresindeki hemen herkese kabul ettirir. Yirmi dört yaşında, Divan’ını düzenler, yirmi altı yaşında ise, baş yapıtı olan “Hüsn ü Aşk”ını bitirir. Sanat yaşamında genç yaşında eriştiği bu olağanüstü başarı, Mevlevi ocağında yetişip piştiği, öyle bir eğitimden geçtiği için başını döndürmez.
Galib’in Yenikapı Mevlevihanesi civarında bir evde doğuşu, ailesinin, hem babası hem de dedesinin Mevlevi oluşu, onun yaşam çizgisinin sanki önceden belirlendiğini gösterir. Nitekim şiirde eriştiği doruk performans, Galib’in gönlünü tam doyurmaz. Küçük yaştan beri babasından, daha sonra bir başka Mevlevi şeyhinden aldığı terbiye gereği, içinde duyup derinleştirdiği Mevlânâ hayranlığı, onu Mevleviliğin uçsuz bucaksız mânâ denizine, aşk gemisiyle açılmaya çağırır.
Öylece gayret kemerini kuşanarak, çile doldurmak ve kendini oldurmak için Konya’da Dergâh’a gelir. Mevlevilikte çilenin süresi binbir gün, yani üç yıldır. Çileye girer, bir hücrede yalnız başına 18 gün kalır. Sonra da, 3 yıl en basit ve sıradan hizmetlerde bulunarak, kibrini ve gururunu kırıp, nefsini silmeye çalışır.
Gâlip, işte böyle bir çileye soyunmuş iken, babasının ısrarlı mektupları ve Konya dergâhı çelebisinin de ricaları üzerine İstanbul’a döner. Çilesini, Yenikapı Mevlevihanesinde tamamlar. Ve henüz 34 yaşında genç bir Mevlevi olan Gâlip, Galata Mevlevihanesine şeyh olarak atanır. Onun gelmesi ile dergâh, padişahın buyruğu ile onarılır. Mevlevihaneye tatlı su getirilir. Ayrıca şeyhin dergâhta ailesi ile oturabilmesi için bir de harem kısmı eklenir.
Büyük besteci, şair ve olgun bir insan olan Sultan 3. Selim‘le, Şeyh Gâlip Dede’nin yakınlığı burada başlar. Padişah ve şeyh, şiir ve müzik dünyâsının güzelliklerini paylaşan, sanatın soluğu ile gönülleri kaynaşan iki yakın dost olurlar. Çoğu kere Gâlip, Padişah’ın sohbet arkadaşı olarak saraya çağırılır.
Padişah da fırsat buldukça, Şeyh Gâlip Dede’nin sohbetlerini dinlemek üzere dergâh’a gelerek onu onurlandırır. Sultan’ın kızkardeşleri Beyhan ve Hatice Sultanlar da Şeyh’in doyumsuz sohbetlerinin tiryakisi olurlar. O kadar ki, Galib’le Beyhan Sultan arasında platonik bir aşkın yaşandığı bile söylenir.
Erken yaşlarda ürün verenler ve olgunluğa erenler, yaşlılığı yaşamadan, dünyâ yaşamından bir yıldızcasına kayıp giderler. 26 yaşında büyük şair olan, 34 yaşında şeyhlik mertebesine ulaşan ve 3. Selim gibi sanat sarrafı bir sultanın hayranlığını kazanan Şeyh Galib için de aynı kural geçerli olur. Ve Şeyh Gâlip Dede, 1779 yılında 42 yaşındayken ölür. Oğlunun cansız bedenine bakan babası “Oğlum! Bu siyah sakalla, beyaz kefen, birbirine yakışmadı!” diye gözyaşı döker. Kaynak: umitcoskun.com