Söz yazarı ve bestekar İlham Behlül Pektaş, 2005 yılında 72 yaşında iken kalp krizi geçirmiş, kaldırıldığı Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde hayâtını kaybetmiş ve cenazesi Antalya’da toprağa verilmiştir.
Ölümünün ardından eşi Seniha Pektaş, “İlham Behlül Pektaş’ın çok tanınan Kahır Mektubu adlı şarkının da aralarında bulunduğu 300 parçanın bestesine ve güftesine imza attığını belirterek, cenaze törenine; ne beste verdiği sanatçılar, ne söz yazdığı kişiler, ne de beste yazdığı dönemlerde kendisinden övgüyle bahsedenler katıldı. Maalesef Zeki Müren için yazdığı Kahır Mektubu gerçek oldu demiştir.”
Vefâtından 10 ay kadar önce kendisi hakkında basında çıkan yegâne haber daha da acıdır: “Antalya’da bir eve giren iki kişi, ünlü bestekâr İlham Behlül Pektaş’ı tehdit ederek, para ve ziynet eşyalarını gasp ettiler.
Özgürlük mahallesi’ndeki eve zorla giren 2 kişi, İlham Behlül ve Seniha Pektaş çiftini bıçakla tehdit etti. Gaspçılar, çiftin 60 TL ile Seniha Pektaş’ın kolunda bulunan bileziği alarak kaçtı”
Aşağıdaki bilgileri paylaşan sayın Bülent Utin‘e teşekkürlerimle. Sâlih Bora
Bütün sanat dalları, sanat dünyâsında birbirleriyle paralel olarak yürürler. Fakat iki dal, bir yerde kesişir, birleşir ve birbirlerinden kan alıp verirler. Bu iki dal, şiir ve müziktir. Şiir kağıt üzerinde bir görüntü olarak dururken, müzikle birleşince canlanır, şekillenir ve yürür. Ancak bu iki dala aşı yapmak da, başlı başına bir hüner, başlı başına bir ustalıktır.
Bu işi sürdürürken; biraz da zevk sahibi, biraz da duygulu kişi olmak gereklidir. Şiirin bir görüntüsü olduğu kadar, kendine özgü bir sesi de vardır. Bu ses bazen kendini gizler, hemen yüzeye çıkmaz.
İyi bir besteci onu bulursa, şiirdeki resim ve öykü de kendi dünyâsına kadar gider, yerini ve yurdunu yapar. Ben şu kanıdayım ki, iyi bir besteci, iyi bir şairdir de. Günümüzde bazı besteciler, önce ezgiyi buluyorlar, sonra ezginin ölçüsüne ve makâmına göre bir şiircik uyduruyorlar ve ortaya “nane şekeri şarkısı” çıkarıyorlar.
Tabi erken doğmuş bir çocuk gibi çok yaşamıyor bu şarkılar, çabucak ölüp gidiyorlar. Bu yola sapmayan besteciler çok az bugün. Sanatı bir ticaret gibi düşünenler, salt bugün yaşarlar, yarına kalmazlar. İşte ben, “Sevmiyorum seni artık“ı bu görüş ve düşünüşte olduğuna inandığım çok değerli besteci Avni Anıl ağabeyime sundum. O da bu “minnacık” şiirime yaşamını verdi. Dünyâlar kadar teşekkür eder, en büyük sevgilerimi sunarım. 1 Ocak 1967 – İlham Behlül Pektaş
Çok değerli besteci Avni Anıl, bu kitaba da adını veren şiiri bestelediği vakit, çok korkmuş İlham Behlül. Bu şiiri ondan gizlemiştim, demiş Avni Anıl’a; ya duyarsa, ya kızarsa bana, ya üzülürse?… Şarkı, yılın şarkısı olunca, daha da korkmuş, Kurtuluştan geçemez olmuş. Bunun nedenini sorduğum zaman: “Şimdi iki çocuk sahibi bir kadın o.” dedi. “Tekrar anılarımıza dönmesi, ya da anılarımıza saygısızlık ettiğimizi öğrenmesi doğru değil…”
Demek onu halâ seviyorsun dedim. “Hayır.” dedi. Kesinlikle. “Usumun kıyısından, köşesinden bile geçmiyor artık. Ama, aşka saygım büyüktür…” Öyleyse yazmasaydın bu şiiri dedim. “Yazdım işte.” dedi ve anlatmaya başladı hikâyesini. “… Bir okul kapısına dek gider ilk satırlar.
Büyük çabalarla kazanmıştım onu. Dinlerimiz ve milliyetimiz başkaydı, korkuyordu. Üç sene gizli gizli sürdürdük sevgimizi. Sonra kaçmaya, bizi kimsenin bulamayacağı bir kente gitmeye karar verdik.Ama tam bu sırada askerlik görevim geldi, çattı.
“Beklerim.” dedi, inandım. Koparak ayrıldık birbirimizden. Her gün mektup yazıyor, sevgimizi tekrarlıyorduk. Fakat, yedek subay olup, Erzurum’a gidince, tüm filmler koptu. Ateşli mektuplarımdan biri, nasılsa babasının eline geçmiş ve yıldırım nikâhı ile evlendirmiş onu. Acı haberi, çok yakın bir arkadaşımdan aldım. Tabii nasıl olduğumu anlarsınız. Hemen kaleme , kağıda sarıldım; “Sevmiyorum seni artık” diyiverdim…”
İlham Behlül, sade yaşantısıyla gerçekten şair bir kişi. Yalnızlığı çok seviyor ve gösterişten, reklâmdan kaçınıyor her zaman. Düzenli bir yaşamı var. İşinden çıkar çıkmaz, doğru evine dönüyor. 1934 yılında Tekirdağ’ın Hayrabolu kazasında dünyâya gelmiş. İki yaşında İstanbul’a gelmiş. Liseyi bitirmiş ve hemen askere gitmiş. Orta okulda iken şiir yazmaya başlamış.
Bir ara Türk sanat müziğine heves etmiş. Fakat lisede iken, felsefe öğretmeni tarafından zorla sokulduğu liseliler şiir yarışmasında ikinciliği kazanınca, bütünüyle edebiyata dönmüş. Bahama’lı martılar adlı şiiriyle başka ve daha geniş alanlı bir yarışmada birinci olunca, sürekli olarak yazmaya başlamış.
Dört şiir kitabı yapmış. Dokuz senedir S.S.K. İstanbul Bölge Sağlık Müdürlüğü’nde çalışıyor. Bugüne dek hiç evlenmemiş. Bunun nedenini ise: “Aşkı çok seviyorum da ondan…” şeklinde yorumluyor. Ve ekliyor hemen: “Herkes biliyor ki, ben bir sevi ozanıyım. 17 senedir sevi üstüne dize yazıyorum.
Kalemime doladığım hep insan ve onların sevileridir. Evrenin sevi ile sürdüğüne inandım… Şiir tekniğim çok ilkeldir. Her dizeme küçük bir öykü, ya da dili olan, eli olan, ayağı olan bir resim yerleştirmeye çalışırım.
Yazma zamanlarıma gelince, çoklukla geceleyin yazarım. Biraz müzik, biraz da sessizlik oldu mu, kalemim coşmaya, koşmaya başlar. İçkili iken asla bir şey yazamam. İçmem zaten. Yarını hiç düşünmedim ve düşünmüyorum.” Teşekkür ediyorum okurları adına. “Bir dakika!” diyor tekrar. Ve bütün şiir severlere saygılarını, sevgilerini iletiyor.
24 Kasım 1967 – Nursen Birol