Hayâtı
Nâyî Osman Dede’nin doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Bu tarihin 1642-1647 yılları arasında bir tarih olduğu tahmin ediliyor.
Bazı kaynaklar Gelibolulu olduğunu, küçük yaşında İstanbul’a geldiğini bildiriyorsa da hakkında bilgi veren kaynakların çoğunluğu İstanbullu olduğunu ve Vefa semtinde oturduğunu söylüyor.
Babası Süleymaniye Darüşşifası reis’ül-hüddamı Süleyman Efendi’dir. Tuhfe-i Hattatin yazarı Müstâkim-zâde Sadeddin Efendi babası hakkında bilgi vererek “Bir pir-i sâhib nefes ve hezâr bimâr-ı bihuşa devâres olmuş haccü’l-harameyn bir zat-ı şerif idi” diyor.
Osman Dede çok genç yaşından itibâren güzel sanatların mûsiki, şiir ve hat sanatı gibi kollarında çalışmaya başladı. Bu uğraşının sonucu olarak 1672 yılında, Galata Mevlevihânesi şeyhi Gavsi Dede’nin hizmetine girerek Mevlevi oldu.
Gavsi Dede, XVII.yüzyılın yetiştirdiği değerli ilim ve sanat adamlarındandı. Şiir ve hat sanatını iyi bilen, mensubu bulunduğu tarikatın gerektirdiği bilgileri nefsinde toplayan bir kimseydi.
Osman Dede bu mevlevihâneye girdikten sonra, şeyhinin dizinin dibinde yetişti ve yetişmede bu kültür adamının büyük etkisi oldu. Nâyî Osman Dede, bir yandan Arapça ve Farsça öğrenirken ney üflemeye ve tasavvufa çalışıyor, güzel yazı yazmayı öğreniyordu. Ney çalmasını üç yıllık “Çile” süresi içinde geliştirdiği söylenir.
Söylentiye göre bir gün Gavsi Dede’ye Halil Efendi adında bir dostu ziyarete gelmiş. Bir süre sohbetten sonra her ikisinin de canı ney dinlemek istermiş. O gün de usta neyzenlerden dergâhta hiç kimse yokmuş. O sıralarda çok genç ve emekleme döneminde bulunan Osman Dede’ye ney çaldırmışlar.
Bütün acemiliğine rağmen genç sanatkârdaki kabiliyeti sezen Halil Efendi, bu genç delikanlının ileride neyzenbaşı olabileceğini Gavsi Dede’ye söyleyerek takdirlerini belirtmiş. Gerçekten de Osman Dede sanatkâr kişiliğini işleyip geliştirdi ve sazında erişilmez bir virtüoziteye ulaşarak Galata Mevlevihânesi’nde on sekiz yıl neyzenbaşı’lık yaptı.
Bu arada Gavsi Dede’nin kızı ile evlendi. Kayınbabasının ölümü üzerine 1697 yılında mevlevihânenin şeyhliğine getirildi. Bu makamda otuz üç yıl kaldıktan sonra 1729 yılında öldü ve tekkenin mezarlığına defnedildi. Yerine oğlu Sırrı Abdülbâki Dede Şeyh olmuştur.
XIX. yüzyılın ünlü bilgini ve mûsikişinaslarından Ali Nutki Dede, Nasır Abdülbâki Dede, Abdürrahim Künhi Dede, Osman Dede’nin kızı Saide hamın da torunlarıdır. Bu büyük din ve sanat adamı iyilik seven, neşeli, güzel konuşan, kimseyi incitmeyen, herkesi kendine bağlayan bir kimseymiş.
Çağının usta hattatlarındandır. Sülüs ve nesih türü yazıyı Nefes-zâde İsmail Efendi’den, talik türü yazıyı ise kayınbabası Gavsi Dede’den öğrendi. En çok taliyk yazmada başarılı imiş. Bir şâir olarak o dönemin şiir anlayışı çerçevesinde güzel örnekler vermiştir.
Tasavvufi gazelleri, mesnevi şeklinde yazdığı Miraciyes’si, âşıkâne şiirleri, na’t’ları, Hazreti Muhammed’in mûcizelerini anlatan bir şiir şeklinde yazdığı bir eserinden başka bazı nazireleri vardır.
Şiirlerinde “Nâyî” (neyzen – ney üfleyen) mahlasını kullanan Nâyî Osman Dede’nin Ravzatü’l-İcâz ile Miraciye’si göz önünde tutulursa, iyi bir tasavvuf şâiri olduğu sonucuna varılır. Ney üflemedeki ustalığı, o günden bugüne kadar “Kutb-i Nâyî” sıfatı ile anılması, neyzenbaşı olması ve bu görevi on sekiz yıl başarı ile sürdürmesi ile belgelenmiştir.
Mûsikişinaslığına gelince eserlerindeki ifâde kudreti, sağlamlık ve dâhiyâne sentezler bu sanatı ne derece bildiğini anlatmaya yeterlidir. Mûsikinin sadece teknik yönü ile değil eski edvâr kitaplarını inceleyen, nazariyat ile uğraşan bir sanatkârdır. Bu sanat dalında notasızlığın nelere mal olduğunu görüp anlayarak, bir de nota yazısı bulmuştur. Kaynak: eksd.org.tr