Kemânî Ali Ağa’nın 1765 – 1770 yılları arasında bir tarihte, İstanbul’da dünyâya geldiği tahmin edilmektedir. Küçük yaşlarında Enderûn’un “Hazine Odası”na alınmış ve 1813 yılında başçavuş olmuştur. Eğitim ve öğrenimini burada tamamlamış, “sinekeman” (Sekiz telli ve büyükçe bir keman türü) çalmasını öğrenmiştir.
Mûsikiyi Enderûn hocalarından öğrenen Kemânî Ali Ağa’nın, sesi de güzel olduğu için bazen fasıllarda hânendelik de yapmış ve bu okulun gelenekleri içinde muhasipliğe kadar yükselmiştir.
İçkiye düşkünlüğü sebebiyle bir süre saraydan uzaklaştırıldı ise de, bir zaman sonra görevine iâde edilmiştir. Saraydan uzaklaştırılması ile ilgili olarak başka söylentiler de vardır:
Bir ramazan günü, Kemânî Ali Ağa sarayın bahçesindeyken, kılık değiştirerek bahçeye gelen pâdişahı tanımamış ve gerektiği kadar saygı göstermemiş.
Oruç hali ile istemeden sebep olduğu bu olay üzerine hiddetlenen pâdişah da, onu sürgüne göndermiş. Sonrasında, silâhtar İbrâhim Ağa’nın tasavvufu ile saraydaki görevine geri dönen Ali Ağa, huzurda yapılan bir fasıldan sonra affedilmiş. Saraya bu ikinci girişinden sonra müezzinlik yapmıştır.
19. yüzyılın en önemli saz eserleri bestekârlarından biri olan Kemânî Ali Ağa, şişman bir kimseymiş ve bir bacağı da sakatmış. Elimizde bulunan eserlerinde “klâsik okul’un bütün kâidelerine bağlı bir sanatkâr olarak görünmesine rağmen, bir takım yeni buluş ve heyecanların izlerini bulmak da mümkündür.
Ayrıca eserlerinde duygulu bir ifade gücünün bulunuşu dikkati çeker. Bu durum, şehnaz makâmındaki peşrevinde özellikle belirgindir. Bilinen eserleri; beş peşrev, üç saz semâsi ve otuz kadar şarkıdan ibarettir.
Şarkıları Hacı Ârif Bey’den önceki bestekârların eserlerine göre oldukça orjinal olan Kemânî Ali Ağa, 6 Haziran 1830 tarihinde, İstanbul’da vefat etmiştir. Kaynak: eksd.org.tr