Eserin künyesi
Yöresi: Rumeli – Selânik yöresi
Kaynak kişisi: Fatma Çil
Derleyeni ve notaya alanı: Yücel Paşmakçı
Formu: Türkü formu
Sözleri
Bir fırtına, tuttu bizi, deryâya, kardı
O bizim, Kavuşmalarımız, a yârim, mahşere, kaldı
O bizim, görüşmelerimiz, a yârim, ahrete, kaldı
Yeni cezve, yeni cezve, kaynar, kaynamaz, oldu
O benim, nazlı yârimin, dilleri, söyler, söylemez, oldu
Yeni cezve, yeni cezve, kaynıyor, ocakta
Kasatura, belimizde, a yârim, martinimiz, kucakta
Mapsanede, yata yata, yanlarım, çürüdü
Pencerden, baka baka, a yârim, elâ da gözler, süzüldü
Öyküsü
Bugün “mübadele” sözcüğünün kaç kişi anlamını bilebiliyor? Kaç kişi o günlerde yaşananlardan haberdardır? Kimine göre, mübadele göç demektir. Yalnız göç mü?
Baskı, işkence, zor alım, gemiler, eşya denkleri, iskeleden uzakta iple tırmanılan vapurlar, yeni topraklar, domuz ahırı gibi evler, yeni topraklarda çiftçilik, doğduğun toprağa özlem, bitli muhacirler, Türk tohumu, yeni vatanda yeni komşuluklar ve yeni sorunlar…
Mübadele; Türk ve Yunan hükümetleri arasında imzalanan nüfus değişimi sözleşmesidir. Ne zaman bu sözleşme başladı. Türkiye halkı, Mustafa Kemal‘in önderliğinde 19 Mayıs 1919 ile 9 Eylül 1922 tarihleri arasında Türk Kurtuluş Savaşı’nı yaptı. Emperyalistlerin maşalarını yurttan kovdu.
Emperyalistlerle İsviçre’nin Lozan şehrinde hesaplaşıldı. Burada, Osmanlı Devleti’nin yabancılara verdiği bazı hukuksal, ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar fırtınalar yarattı. Yayılmacı devletlerin baş temsilcisi İngiltere delegesi ile Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa arasında diplomatik tartışmalar çok çetin geçti.
Bazı problemlerin görüşülmesi sonraya bırakıldı. Türkiye Devleti’nin sınırları 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’na göre çizildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti karşısında, on beşe yakın devlet vardı. Bunların bir kısmı kendilerinin gözlemci olduğunu ifade etti. On bir devlet temsilcisi antlaşmaya evet imzasını eliyle yazdı.
Savaş sonunda, Lozan şehrinde; Türk Hükümeti ile yabancı güçler ortaya konan sorunları tartışırken, İsmet Paşa ile Yunanistan temsilcisi Venizelos, bir araya geldi. Ülkemizdeki Türk tabiiyetinde olan Ortodokslarla, Yunanistan’da yaşayan o hükümetin tabiiyetinde bulunan Müslümanların karşılıklı yer değiştirmesi konusunu görüştü.
Birleşmiş Milletler Temsilcisi Nansen Türk ve Yunan Hükümetlerine böyle bir öneri getirmişti. 30 Ocak 1923 tarihinde iki tarafın delege başkanları ismi geçen nüfusun yer değiştirmesini kabul etti. Bunun adı, Lozan’a ek “Türk – Yunan Mübadele (Nüfus Değişimi) Protokolü Sözleşmesi”ydi.
İki tarafın bu kararına göre, Türkiye’den 200.000 Ortodoks insan, Yunanistan’dan da 400.000 kadar Müslüman kişi, karşılıklı yer değiştirecekti. 9 Eylül 1922 tarihinden sonra bir ay içinde 900.000 Rum, Türkiye’den Yunanistan’a bulabildiği teknelerle zaten göçmüştü.
Savaş sırasında Anadolu Rumları içinde Yunan ordusunda askerlik yapanlar oldu. O tarafın işgali sırasında ülkemizde birçok Rum vatandaşı daha önce birlikte yaşadığı Türklere karşı türlü hakaretler yaptı. Tümü için söylenmese de belgelerde zenginleri dağa kaldırmalar, bazı Türkleri yolda, belde dövmeler, kimsesizleri öldürmeler, Yunan karakollarında işkenceye tabi tutulmalarında elebaşlık yapma, mallarını alıp götürme, kızları dağa kaldırma gibi insanlık dışı davranışlarda bulunmuşlardı.
1 Mayıs 1923 gününden 1926 yılı sonuna kadar 390.000 Müslüman unsur, Yunanistan’dan Türkiye’ye taşındı. En çok kullanılan yol deniz yolu idi. D.İ.E. kayıtlarına göre, mübadele dışı gelenler, sığınmacılar dahil Türkiye’ye gelen göçmenlerin sayısı; 456.729 kişiydi.
Arşiv belgeleri incelendiğinde Yunanistan’da yaşayan Rumların Türklere karşı giriştiği hareketler çok önceye dayanıyordu. Bağımsızlık isteklerini, Avrupa devletlerinin desteği ile Osmanlı devletinden istiyorlardı. Egemenlik Osmanlı devletindeyken bile bazı Rum kişiler buradaki Türklerin mal ve canlarına saldırıda bulunmuştu.
Balkan savaşı sonunda hakaret ve saldırı olayları sivil Türk halkı üzerinde artmıştı. Bir kısım insanlarımız, evini, toprağını bırakarak Anadolu’ya gelebildi. Yunan Ordusu Anadolu toprağında yenilip kaçarken, köy ve kasabalarda oturan birçok yerli Rum insanını da Ege’nin karşı kıyısındaki topraklara göç etmek zorunda bıraktılar.
Anadolu’da yenilmenin acısı bir taraftan, diğer yönden Türkiye topraklarından göçüp gelen bir milyona yakın insan Yunan hükümetini hazırlıksız yakaladı. Anadolu’ya bizim memleketimiz diye gelenler ne kadar boş hayaller peşinde koştuğunu Anadolu topraklarını terk ederken bile tam anlayamadılar sanırım.
Türkiye’den Yunanistan’a giden sivil Rumlar, anavatanlarında çok acılar çektiklerini sonradan anlattılar. Bu konuşmalar, Yunan arşivlerinde yer aldı. Yunanistan’da beş yüz yıldır oturan Türklere gelince; evlerine ikişer, üçer Rum göçmen aile yerleştirildi. Bu sıkıntılara rağmen dede ata yadigarı bu topakları bırakmak istemeyen Balkanlardaki Türk insanı sabırlı davrandı. Bunlar geçici deyip kendilerini teselli etti.
1922 sonbaharında Yunan karasında otorite yok oldu. Dağdan gelen eşkıya da Türk evlerine taarruz ediyor, kıymetli ne bulurlarsa alıp götürüyordu. Bu yetmezmiş gibi, Yunan jandarması eşkıya ile işbirliği yaparak Türklerin sandıklarındaki, genç kızların çeyiz bohçalarındaki para edecek eşyayı da alıp gidiyordu.
Türk erkeklerini topluca götürüp, ağır işlerde çalıştırma olayları da yaşanmıştı. 1912 ve 1922 yıllarında Yunan hükümeti, Türk çiftçisinden alacağı vergi oranını yüzde yetmiş beşe kadar yükseltti. Milletini seven bazı ileri gelenler bir yerlere götürüldü. Kimisi bir daha geri gelemedi. Yapılan baskıdan bunalan, doğduğu yeri terk edip Anadolu’ya sığınanlar oldu.
Büyük çoğunluk ise, “Mübadele” sözleşmesine göre Türk topraklarına getirildi. Aradan yıllar geçse de, göçenlerin doğduğu topraklara özlemi bitmedi. Her iki taraftan insanlar “Biz çok iyi komşu idik. Ne oldu da böyle bizi birbirimize düşman ettiler?” Laflarını zihinlerinden geçirir oldular.
Bir kısmı da bunu duyulacak gibi dile getirdi. Ancak beller bükülmeye yakın, çok az insan doğduğu toprakları ziyarete gidebildi. Hasretlik, kavuşma, çok sıcak kucaklaşmalar… Ege’nin iki yanındaki insanın yüreğinin en derin yerinde her zaman bir insani davranış vardı. On beş yaşında Selânik kazalarından Anadolu’ya gelen Sabri Aga bir türkü mırıldandı.
Bir fırtına tuttu a yarim bizi deryaya kardi,
O bizim kavuşmalarımız a yarim mahşere kaldi.
Yeni cezve yeni cezve kaynamaz oldu
O benim nazlı yarim dilleri söyler söylemez oldu.
Türküde diller söylemez oldu dese de, Sabri Aga ile Çorbacı Dimitri, birlikte duyulacak şekilde türküyü seslendirdiler. “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı !” Cevat Yıldırım – Kaynak: focafoca.com