Kâr ve Kârçe Formu
“Din dışı Türk musikisinin en büyük formu olan kâr, kelime olarak “iş, güç, sanat ekip biçmek” gibi çeşitli mânâlara gelir. Türk musikisinde ise en eski ve en sanatlı sözlü beste şekillerinden birine isim olmuştur. Kâr’ın musiki tarihimizde en aşağı dört-beş yüzyıllık bir geçmişi vardır.
Bu şekillerin en kuvvetli mahsûlleri büyük Türk bestekârı ve nazariyatçısı Meraga’lı Hoca Abdülkâdir‘inkilerle, Hoca Abdülâli, Koca Osman, Ayıntâbi Mehmet Bey, Itrî, Sadullah Ağa, Dede İsmail Efendi gibi muhtelif asırlarda yaşamış büyük bestekârlarımızın kârlarıdır.”
Son asırlarda pek az kullanılmış olmakla beraber, XVIII. Asırdan önce en gözde formlardan biriydi. Bestekârın kudreti, bilhassa kârlarında gösterdiği başarı ile ölçülürdü. Güfte murabbâ çok defa da fazla mısrâlıdır ve terennüm çok boldur. Ekseriyâ terennüm’le başlar. Kantemiroğlu, Edvarı’nda kârların yürük semaî ile saz semaîsi arasında okunduğunu yazmaktadır.
“Genellikle Peşrev’den hemen sonra icra edilir. Geniş kapsamlı bir beste tarzı olduğundan bünyesinde değişik usûller çoğunlukla kullanılır. Bu usûl değişiklikleri esere farklı bir canlılık kazandırır. “Kârların beste yapıları umumiyetle bend-miyanhâne, terennüm denilen kısımlara ayrılır. Bend sayıları ikiden beşe kadar değişen kârlar vardır.
Her bend çeşitli melodi ve devre cümlelerini ihtiva eder ki, bu devre ve cümlelerden beste yapısı içinde, dâima tekrar edilen terennüm kısımlarına geçilir. Bu terennüm kısımları (ten-nen-nen) yahut (ye-lel-lel) gibi ve bunlara benzer hecelerle okunur. Bu hecelerin, melodi ve ritimle ilgili olduğu unutulmamadır.”
“Kârların makam ve usûl değişiklikleri, bu musiki eserlerinin sanat mahiyet ve kıymetini artıran değerlerdendir. Kârların sözleri ve mevzûları sevgiye, övmeye, düşünceye bazen hicve dair yazılmış dört veya sekiz mısralı şiirlerdir.
Musiki tarihimiz boyunca bestelenmiş kârlar ya güfte arasında geçen ya da maksadı en iyi şekilde belirten bir kelime ile adlandırılmıştır. “Kâr-ı Lâlezâr”, “Kâr-ı Ceyhûn”, “Kâr-ı Bağ-ı Behişt”, “Kâr-ı Müneccim” vb. bazen de bestelenmiş oldukları makama göre Rast Kâr-ı Nev, Dügâh Kâr gibi, yahut sözlerin ilk kelimesi ile anılır.”
“Kâr tarzında bestelenmiş eserler bazen uzunluk ve kısalıklarına göre değişik isimlerle anılırlar: “Kâr”, “Kârçe”, “Kâr-ı Nev”, “Kâr-ı Natık” gibi isimler eserlerin yapısını anlatır. ” “Kâr, genellikle terennümle başlayan geniş kapsamlı, muhtelif usûllerin, kullanıldığı uzun eserlere verilen isimdir.
Kârçe, kâr’dan daha kısa ve özelliklerini daha öz anlatım (belirten) eserlere verilen isimdir. “Kâr-ı Nev“, değişik usûllerin kullanıldığı bir formdur. Kâr’dan fazla farkı yoktur. Kâr-ı Natık, kâr ve kârçe’den usûl ve güfte yönünden hemen ayrıcalık arz eder. Kâr-ı Natıkların güftelerinin hemen her satırında değişik usûllere rastlanılabilir.
Kâr-ı Natıklar başladıkları makâmın ismi ile anılırlar. “Rast Kâr-ı Natık”, “Neva Kâr-ı Natık” gibi… “Kâr-ı Natık” bitişte başladığı makam seslerine dönerek karar verir. Her satırda değişik usûllere rastlanıldığı gibi, her satırda değişik makamlara geçilmesi Kâr-ı Nātıkların özelliğidir. Her satır icra edilirken, geçilen makâmın ismi belirtilir. “Rast getirip…” gibi…”
“Kârlar ya bir terennümle ya da doğrudan doğruya güfte ile başlar. Meselâ Itrî’nin neva makâmındaki kârı güfte ile dügâh kâr terennümle başlar.
İlk kâr örneklerini veren Hoca Abdülkâdir’in eserlerinin sözleri Farsça olduğundan, eski Musikişinaslar bunu bir gelenek durumuna getirerek eserlerine Farsça şiirler seçmişlerdir. Daha sonra bu gelenek terk edilmiştir. 19. yüzyılın sonlarına doğru bu formun daha az bestelendiği dikkati çeker. Hacı Faik bey son büyük kâr bestekârlarımızdandır.
Klasik takım sıralamasında sözlü eserlerin birincisi olduğundan eski küme fasıllarında peşrevden sonra sözlü eserle kâr ile girilirdi. “Kârlar en çok “Düyek“, “Devr-i Revan“, “Devr-i Kebir“, “Muhammes“, “Evsat“, “Devr-i Hindi“, “Hafif“, “Sakil“, “Nim Sakil”, “Türki Darp”, “Zencir” ve diğer usûllerle bestelenmişlerdir.
Her kârın dinamizmi birbirinden farklıdır. Beste tekniği yönünden de kesin bir düzeni ve simetrisi yoktur. Bir beste formu olarak diğer beste şekilleri gibi fazla bağımlı değildir. Her bestekâr içinden geldiği gibi bestelemiştir.
Nitekim kullanılan usûller yönünden de böyledir. Büyük usûllerin bazılarıyla bestelendiği gibi küçük usûllerle yönünden de böyledir. Bu usûllerin bazıları ile bestelendiği gibi küçük usûllerle de ölçülmüşlerdir. Hiç terennümü olmayan kârlar vardır.
Sözleri dört, altı ve sekiz mısralı şiirlerden seçilmiş olabilir.Eski güfte mecmualarında Türk Musikisinde pek çok kârın bestelenmiş olduğu görülürse de bunlardan günümüze çok azı gelebilmiştir.
20. yüzyılda ise Refik Fersan, Rauf Yekta Bey, Ahmet Avni Konuk, Mustafa Nezihi Albayrak, Rakım Elkutlu, Münir Nurettin Selçuk kâr bestelemeyi denemişlerdir. Yorum ve icrâsı güç, ağdalı ve uzun eserler olduğundan zamanla ihmale uğramış, yerini diğer beste şekillerine bırakmıştır. Kaynak: selcuk.edu.tr